Günümüzde çocuklar sadece televizyonların değil, bilgisayarların, tabletlerin ve telefonların ekranlarında da fazla vakit harcıyor. Bu durum hemen her anne babayı endişelendiriyor. Ebeveynler, çocuklarının ekran başında geçirdikleri zamanın hangi noktadan sonra problem teşkil etmeye başladığını merak ediyor.
Psikoloji alanında yapılan son çalışmalardan birinde ise anne babaların çocuklarının ekran bağımlısı olup olmadığını anlamaları için sorması gereken 8 soru öne çıkıyor.
Hayati önem taşıyan bu 8 soruyu sizlerle paylaşıyoruz:
1. Çocuğunuz ekran dışındaki aktivitelere karşı ilgisini yitirdi mi?
2. Çocuğunuz gerektiğinde durmakta sorun yaşıyor mu?
3. Sürekli ekran başında olmayı düşünüyorlar mı?
4. Onları tek mutlu eden şey ekran başında olmak mı? Ekranı ve cihazı kapatmaları söylendiğinde öfkeleniyor ve mutsuz oluyorlar mı?
5. Ekran başında geçirdikleri süre zamanla artıyor mu?
6. Tablet, bilgisayar ya da telefonu kullanmak için fırsat kolluyorlar mı?
7. Ekran kullanımları aile aktivitelerini engelliyor mu?
8. Çocuğunuzun ekrana duyduğu bağlılık ailenin diğer üyelerini etkiliyor mu?
Bu sorulara verilen cevaplar, çocuğun ekranlara karşı geliştirdiği bağımlılığın derecesine ortaya koyuyor. Ciddi bağımlılık durumunda ailenin profesyonel yardım alması tavsiye ediliyor.
Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu kısa adıyla DEHB olarak adlandırılır. DEHB hem yetişkinleri hem de çocukları etkileyen bir durumdur. DEHB’ye sahip kişiler, hem dikkat eksikliği hem de hiperaktivite bozukluğunu aynı anda yaşayabildikleri gibi, sadece dikkat eksikliği de yaşayabilirler.
Dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu belirtileri 3 yaş gibi erken bir yaş diliminde ortaya çıkabilir. Birçok çocuk ilkokulda DEHB tanısı alsa da bazen bu tanı disiplin konuları ve dışa dönüklük ile karıştırılabilmektedir.
Anne babaların DEHB’ye sahip çocuklarını, eşlerin DEHB’ye sahip eşlerini yakından tanıması için onların nasıl hissettiklerini anlamları önemlidir.
DEHB Sahibi Kişiler Nasıl Hisseder?
Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu teşhisi konmuş bir kişi, odaklanmada zorluk yaşarlar. Yaptıkları işlerden farkına varmadan uzaklaşırlar. Aşırı derecede konuşkan ya da huzursuz olabilirler, sonuçları düşünmeden harekete geçebilirler. DEHB sahibi kişiler bazen önemli detaylarla aşırı derecede ilgilenerek zamanı yönetemeyebilir, başlangıçtan sonuca ulaşmak için gerekli adımları takip etmekte zorlanabilir, sürekli konsantrasyon gerektiren görevleri yerine getiremeyebilir, kolayca dikkati dağılabilir ve aramalara ve randevulara gerekli özeni göstermeyebilirler. Bazı kişiler aşırı derecede konuşkan olabilir, başkalarının sözlerini bitirmelerine engel olabilir, sabit oturamayabilir ve hem kendilerinin hem de başkalarının dikkatini dağıtabilirler.
DEHB nedeniyle birçok çocuk ve genç, tembel ve yetersiz olarak görülebilir. Yetişkinler ise sorumsuz olarak adlandırılabilir. Oysaki DEHB sahibi olmak kişinin daha az zeki olduğunu, daha az çalışkan olduğunu ya da daha az sorumlu olduğunu göstermez.
DEHB sahibi kişiler, toplumda yukarıda anlatıldığı gibi algılandıklarından, hem okulda hem işte hem de sosyal hayatta dikkatlerini toplamaları gereken durumlarla baş başa kaldıklarından, kendilerini sürekli bir savaştaymış gibi hissederler.
Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğuna sahip bir kişinin neler hissettiğini ve ne zorluklar yaşadığını anlamak için, sıradan bir günlük aktiviteye dikkat vermek için harcadıkları çabaya bakmak gerekir. Bizim için 15 dakikalık bir konsantrasyonla çözülebilen basit günlük işler, odaklandığımızın farkına bile varmadan çözdüğümüz problemler, DEHB sahibi kişiler için çok uzun ve zorlu bir yoldur. DEHB sahibi kişileri değerlendirirken onların çabasını takdir ederek yaklaşmak bu anlamda en önemli adımdır.
Her zaman aynı rüyayı görüyorum.
Bu rüyayı çocukluğumdan beri gördüğümü hatırlıyorum.
Rüyalarımın düşündüğümden daha derin anlamları var.
Bu cümleler hemen hepimizin kurduğu cümleler. Birçok rüyamızı daha önce gördüğümüzü düşünüyor, bazen yıllarca aynı rüyayı görerek uyanıyoruz. Rüyamızda gördüğümüz şeyleri başkalarıyla paylaştığımızda onların da benzer rüyalar gördüğüne şahit oluyoruz.
Peki gerçekten rüyaların düşündüğümüzden daha derin anlamları olabilir mi?
Psikanalizin kurucusu Sigmund Freud’a göre rüyalar bilinçaltına yapılan bir yolculuk ve bu yolculuğun sonunda kişinin gizlenmiş ve bilinçaltında bulunan istekleri ortaya çıkıyor.
Freud’un bakış açısı ve son yıllarda rüyaların anlamlarına yönelik yapılan analizleri, insanların en sık gördüğü rüyalar üzerinden derledik.
1. Rüyada Kendini Düşerken Görmek
Hemen hepimiz rüyamızda kendimizi, uçurumlar, merdivenler, bina çatıları gibi yüksek yerlerden düşerken görüyoruz. En sık rastlanan rüyalardan biri olan düşmek, hayatınızda bazı şeylerin yolunda gitmediği şeklinde yorumlanıyor. Kişinin iş ya da aşk yaşamında başarısızlığa uğrama korkusu olarak da açıklanabiliyor.
2. Topluluk Önünde Çıplak Kalmak
Bazı rüyalarımızda iş yerindeki bir toplantıda, sokakta ya da sınıfta konuşurken birden çırılçıplak olduğumuzu fark ederiz. Bu rüyalar yine insanlar arasında en sık görülen rüyalardandır. Topluluk önünde çırılçıplak kaldığını görmek, kişinin eksikliklerini ve kusurlarını diğer kişilerin anlamasından korktuğu şeklinde yorumlanıyor.
3. Rüyada Kovalanmak
Bazı rüyalarımızda, bir suçlu, katil, düşman ya da hayvan tarafından kovalanır, o anı gerçekten yaşamış gibi korku içinde uyanırız. Bu rüyalar, kişinin korkularından ve isteklerinden kaçma isteği olarak yorumlanabiliyor. Bir hayvan tarafından kovalandığını görmek kişinin kendi öfkesinden, tutkularından ya da diğer hislerinden saklandığını gösteriyor. Bilinmeyen bir kişiden kaçmak kişinin çocukluk travmasını işaret ederken, karşı cinsteki birinden kaçmak kişinin aşık olmaktan ya da eski bir ilişkiden kurtulamamaktan korkması olarak açıklanabiliyor.
4. Rüyada Dişinin Düştüğünü Görmek
Rüyada kişi dişini kaybettiğini görürse bu durum birden çok anlam içerebiliyor. Bunlardan biri kişinin dış görünüşü ile ilgili duyduğu kaygıları, bir diğeri kişinin iletişim kurma yeteneği ile ilgili duyduğu endişeleri ya da utanç verici bir şey söylediğine dair düşüncesi olarak sıralanıyor. Ayrıca dişin düşmesi kişinin kişisel gücünü kaybetme, kendini koruma becerilerini sergileyememe korkuları olarak da ele alınabiliyor.
5. Rüyada Öldüğünü Görmek
Rüyamızda bazen çok sevdiğimiz birinin bazen de kendimizin öldüğünü görebiliriz. Popüler bakış açısına göre bu tür rüyalar kişinin bilinmeyen korkusu ya da değişim korkusu olarak adlandırılıyor. Ayrıca kişinin geçip giden zaman için tuttuğu yas da rüyalarda ölüm kavramı ile ortaya çıkabiliyor.
6. Rüyada Sınava Girdiğini Görmek
Liseyi bitireli yıllar olduğu halde bazen rüyamızda kendimizi bir sınavın ortasında bulabiliyoruz. Bu tür rüyalar, kişinin başarısızlık korkusunu yansıtabiliyor. Aynı zamanda kişinin hayatın zorlukları karşısında hazırlıksız hissediyor olması da bu rüyaları tetikliyor.
7. Rüyada Eşini Aldatmak
Rüyada eşinizin ya da sevgilinizin sizi aldattığını görmek ya da tam tersi sizin sadakatsiz olduğunuzu görmek oldukça stres dolu dakikalar yaşamanıza neden olabilir. Bu tür rüyalar genellikle kişinin, aldatılma korkusu ile ilgili olabiliyor. Bazen de rüyada aldatılmak ya da aldatmak, çiftlerden birinin ilişkiden tam olarak istediği şeyi alamadığını gösteren bir işaret olarak yorumlanıyor.
8. Rüyada Uçtuğunu Görmek
Uçtuğumuzu gördüğümüz rüyalar belki de en keyif aldığımız rüyaların başında geliyor. Bu tür rüyalar genellikle bağımsızlık ve özgürlük isteğinin altını çiziyor. Bazen de dünya gerçekliklerinden kaçma isteğimizi işaret ediyor.
9. Rüyada Hamile Olduğunu Görmek
Bazı rüyalarımızda hamile olduğumuzu görmek, bazen kadınların iyi bir anne olup olmayacağına dair endişeleri yansıtıyor. Bu rüyalar aynı zamanda kişinin yaşadığı ilişkiyi derinleştirme isteği olarak da yorumlanabiliyor.
Stresle başa çıkmak konusuna eğilmeden önce cevaplamamız gereken bir soru var. Stres nedir? Stres en basit tanımıyla vücudunuzun tehditlere yanıt verme yollarından biridir. İnsanlar kendilerini tehdit eden bir sorunla karşılaştıklarında savunmaya geçmek amacıyla stres hormonu salgılarlar. Adrenalin ve kortizol ile birlikte bu durum aslında kişinin hayatta kalması için ona güç verir. Yani gerçek bir tehdit karşısında stres hormonu sizin dostunuzdur.
Ancak vücudunuz gün içerisindeki ufak tehditleri ve trafik, tartışma, maddi ya da özel problemler gibi stres faktörlerini, yaşamsal tehditlerle karıştırır. Bu duruma kronik stres adı verilir. Kronik stres kişilerde ciddi sağlık sorunlarına neden olur. Bu sorunlar fiziksel ya da zihinsel olarak gözlenebilir.
Peki, kişi stresten nasıl korunur? Stresle başa çıkmak mümkün müdür? Stresle başa çıkma yolları nelerdir? Bu yazıda bu soruların cevabını bulacaksınız.
1. Kafein, Alkol ve Nikotinden Uzak Durun
Nikotin ve kafein uyarıcıdır. Bu nedenle siz bir sigara yaktığınızda stresinizin azaldığını düşünseniz de aslında stres seviyenizi artıracaktır. Alkol ise büyük miktarlarda alındığında bir yatıştırıcı olsa da küçük miktardaki alkol tüketimi üzerinizde uyarıcı etkisi yapar. Bu nedenle stresten kurtulmak için bir kadeh alkol almak sizin stresinizi artırmaktan başka bir işe yaramayacaktır.
Nikotin, kafein ve alkol tüketiminizi kesmeye çalışan, eğer mümkün olmuyorsa azaltın. Ayrıca enerji seviyeniz üzerinde olumsuz etkileri olan işlenmiş şekerden de uzak kalmaya çalışın.
2. Fiziksel Aktivitenizi Artırın
Vücudunuz bir stres faktörü ile karşılaştığında buna adrenalin ve kortizol gibi stres hormonları ile cevap verir. Hayati bir tehlike karşısında stres hormonları vücudunuzu ele geçirir ve beynin “kaç ya da savaş” alarmı ile her an harekete hazır bir pozisyon alır. Günlük stres faktörleri kaç ya da savaş alarmına fiziksel olarak karşılık vermemizi engeller. Yani ciddi bir stres hormonu birikimi yaşanır. Günlük fiziksel aktivitelerin çoğaltılması, düzenli egzersiz bu hormonları dengelerken, hem zihinsel hem de fiziksel olarak sizi daha sakin bir noktaya taşır. Kendinizi stresli hissettiğinizde egzersiz yapma imkanınız olmasa da temiz havada yürüyüşe çıkın.
3. Daha Fazla Uyuyun
Stresin ana kaynaklarından biri yeterli uyku alamamaktır. Bir yandan da stres faktörlerine maruz kalmak uykularımızı kaçırabilir. Bu döngü içerisinde kaybolmak istemiyorsak, uyku öncesi ritüellerimizi gözden geçirmemizde fayda bulunur. Uykuya gitmeden önce olabildiğince rahatlayın. Odanızda size stres faktörlerini hatırlatan hiçbir nesnenin bulunmasına izin vermeyin. Akşamları kahve, alkol tüketmeyin. İşlerinizi yatağa yatmadan en az birkaç saat önce bitirin. Böylece zihninizin uykuya dalmadan önce dinlenmesine ve boşalmasına izin verin. Tüm bunlara rağmen vücudunuzda hala gerginlik hissediyorsanız ılık bir duş ile vücudunuzu gevşetebilirsiniz.
4. Biriyle Konuşun
Stres faktörleri bazen bakışınızı öylesine bulanık hale getirir ki kendinizi ve içinde bulunduğunuz duruma nesnel yaklaşmanız imkansızlaşır. Bu nedenle sizde stres yaratan durum ve konulardan uzaklaşmak için biriyle konuşmak oldukça faydalıdır. Stresle başa çıkma yolları arasında belki de en keyiflisi zihninizi dağıtmak ya da sizi zorlayan durumlara ikinci bir gözden bakmak için sevdiğiniz biriyle konuşmaktır.
6. Stres Günlüğü Tutmaya Başlayın
Siz stresten uzaklaşmak isterken bir de onu yazmanızı istemek mantıksız gibi görünebilir. Ancak birkaç hafta boyunca stres günlüğü tutmak stresle başa çıkma konusunda size düşündüğünüzden daha fazla fayda sağlayacaktır. Stres faktörlerinizi kayıt altına almak hangi durumlardan en çok etkilendiğinizi anlamanıza yardımcı olur. Defterinize stresli anlarınıza dair, saat, tarih, durum, duygu ve düşüncelerinize dair notlar düşün. Stres seviyenizi 1 ila 10 arasında puanlayın. Stresinizi tetikleyen noktaları not alın. Bu alışkanlık, size yeniden aynı durumlarda kaldığınızda neler yaşayacağınızı anlatırken aynı durumu daha önce yaşadığınız için daha kolay başa çıkmanızı sağlar.
7. Hayır Demeyi Öğrenin
Evde, işte, okulda, çocuklarla yapılacak çok fazla şey var. Ama zaman tüm bunları yetiştirmeye yetecek mi? İşte karşınızda stres faktörlerinin en büyüklerinden biri. Sürekli bir işi ya da sorumluluğu yerine getirme ve yetiştirme telaşı! Hemen her kişinin yaşadığı bu durumdan kurtulmak için tek yapmanız gereken hayır demeyi öğrenmek. İşe hayır demenin neden zor olmadığını öğrenerek başlayın. Karşınızdaki kişiyi kaba bir şekilde reddetmek istemediğinizi ve herkese olabildiğince yardım etmek istediğinizi anlıyoruz. Ancak bu iyi niyetli yaklaşım uzun vadede sizde fiziksel ve zihinsel sorunlar yaratacaksa hayır demelisiniz. Hayır derken kaba olmanıza gerek yok. Durumu açıklayacak kibar ve net ifadeler kullanmanız yeterli.
Narsistik kişilik bozukluğu olan bir kişi dışarıdan oldukça güçlü ve kendine güvenli görünebilir. Ancak narsistler, kendilerine dair konularda oldukça zayıftır. Kendilerine olan bakış açıları, düşünce ve davranış biçimleri başkalarına endekslidir. Böylece parçalanmış ve kırılgan benliklerini ve kendilerine güvenlerini onaylamaya çalışırlar.
Narsizm ifadesi ismini mitolojiden alır. Anlatıya göre Narcissus sudaki yansımasına aşık olmuş ve yansımasının kendisine karşılık vermesini beklerken ölmüştür. Bu anlatıda olduğu gibi günümüzde narsist kişiler, dışarıdan sadece ve sadece kendilerini sever gibi görünürler. Ancak bu oldukça yanlış bir kanıdır. Gerçekte narsist kişilik bozukluğu olan bir kişi kendini sevmekten çok uzaktır. Kendilerine duydukları şişirilmiş hayranlık aslında kendilerine olan nefreti maskelemek içindir. Çoğu zaman kendilerine duydukları nefreti itiraf etmezler. Bunun yerine başkalarını küçümseyerek eleştirirler. İçlerine bakmaktan ölesiye korkarlar çünkü sonucun yıkıcı olduğuna inanırlar. Duygusal olarak içten içe ölmüş gibidirler bu nedenle onaylanmak ve dolu dolu hissetmek için diğerlerine yönelirler. Maalesef kendilerine verilen sevgiyi takdir etmez, kendilerini gerçekten seven kişileri uzaklaştırırlar.
Narsistik Kişilik Bozukluğu Teşhisi Nasıl Konulur?
Narsist denildiğinde genellikle akla şişirilmiş egosu, otoriter ve küstah biri gelir. Ancak bir kişiye narsist teşhisi konabilmesi için kişinin grandiyöz tutum göstermesi, empati yoksunu olması ve aşağıdaki özelliklerden en az 5 tanesini sergilemesi gerekir.
Kendine önem verme konusunda grandiyöz tutum sergilemek, yetenek ve başarıları abartmak
Limitsiz güç, başarı, zeka, güzellik ya da aşk ile ilgili hayaller kurmak,
Kendisinin özel ve biricik olduğunu düşünmek, bu durumun sadece kendisi gibi özel insanlar ya da kurumlar tarafından algılanacağına inanmak
Aşırı hayranlık ihtiyacı duymak
Herhangi bir mantığı olmayan özel ve tatminkar davranışlar, isteklerine uyum beklemek
Kendi kişisel başarıları için başkalarından yararlanmak ve sömürmek,
Başkalarının istek ve duygularına karşı empati yoksunu olmak,
Başkalarına imrenmek ya da herkesin ona imrenmesini sağlamak
Küstah davranışlara ve tutumlara sahip olmak.
Yukarıdaki davranışları gösteren dışa dönük narsistlerin yanı sıra gizli içe dönük narsistlerle de karşılaşılabilir. Bu kişiler utangaç, mütevazı, kaygılı olabilirler. Bu kişilerin kendilerine dair algıları sönmüş ve yetersiz olabilir, depresif ve boş hissedebilirler.
Narsistik Kişilik Bozukluğunun Sebepleri
Narsistik kişilerle empati kurmak zordur. Ancak onların aslında bu şekilde davranmak istemediklerini de bilmek gerekir. Genellikle yeterli beslenme ve idealize etme isteğini karşılamayan bir anne gibi erken anne baba problemleri yüzünden doğal gelişimleri aksamıştır. Bazıları asıl sebebin anlayışlı bir anne ile olan aşırı yakınlık olduğuna inanır. Bazıları ise sebebi anne babaları tarafından zorlanmaya ve eleştirilmeye bağlar. Narsistik Kişilik Bozukluğu sebepleri hakkında halen çalışmalar devam etmektedir.
Sevdiğimiz Birinin Narsist Olduğunu Nasıl Anlarız?
Narsistik kişilik bozukluğuna sahip kişiler bazen evde toplumdaki maskelerinden tamamen farklı davranabilirler. Bazen az önce güzel vakit geçirdikleri kişiyi size kötüleyebilirler. Romantik yakınlaşmadan sonra sizden onun özel oluşunu takdir etmenizi beklerler. Aşağılanma ve küçümsemeye karşı aşırı hassasiyetlerini korumak ve içlerinde yaşadıkları durumu kontrol etmek için istek ve eleştirilerle spesifik cevaplar verebilirler. İlişkilerin merkezinde kendileri vardır ve eşlerini kendilerinin bir uzantısı olarak görürler.
Birçok narsist aynı zamanda mükemmeliyetçidir. Başkalarının yaptığı hiçbir şeyi doğru bulmaz, takdir etmezler. Eşlerinin ya da sevgililerinin görevi onların hayranlık, hizmet, aşk ya da bir şeyler satın alma gibi sonsuz isteklerini yerine getirmektir. Eğer bu görevi yerine getirmezlerse onlardan ayrılırlar. Eşlerinin hasta olması ya da acı çekmesi onlar için önemsizdir. Narsistler hayır denmesinden hoşlanmaz hatta o daha isteklerini belirtmeden eşinin isteklerini anlamasını ister. İsteklerini elde etmek için eşlerini manipüle ederler, cezalandırırlar ya da suçlu hissettirirler.
Bir narsisti memnun etmeye çalışmak asla takdir edilmez. Bu tabanı delik bir kovayı doldurmaya benzer. Siz onu memnun etmeye çalıştıkça o sizin hatalarınızı bulmaya odaklanır. Anlık memnuniyetleri, aşağılayıcı cümleler ya da daha fazlasını talep etmek izleyebilir. Bir narsistle uzun süre birlikte olan kişi, soğuk, saldırgan, ulaşılamayan bir ebeveyne sahip olmanın ne demek olduğunu hissedebilir.
Disleksi zekası normal ya da normalin üzerinde olan çocuklarda dinleme, anlama, düşünme, kendini ifade etme, yazma ve okumada zorluk yaşanması ile kendini gösterir. En yaygın görünen öğrenme güçlüğüdür. Kısaca disleksi bireyin zekası normal yada normalin üzerinde olmasına rağmen, yaşına ve zekasına göre verilen eğitim düzeyine göre yeterince öğrenememesidir. Çok zeki oldukları herkes tarafından farkedilirken bu çocukların nasıl yavaş ve yanlış okudukları, öğretilmesine rağmen neden kötü yazdıkları, belli konularda ilgili ve becerikli olmalarına rağmen neden ödev yapmak istemedikeri, kendilerini toparlayıp ders çalışmaya odaklanamadıkları, gerekli bilgiye sahip oldukları halde bunları sınav kağıdına yansıtamadıkları aileleri ve öğretmenleri tarafından anlaşılamamaktadır.
100 yılı aşkın süredir yapılan bilimsel çalışmaların sonucunda disleksinin tek bir nedene bağlı oluşmadığı, çesitli genetik ve çevresel etkenlerin rol oynadığını ortaya koymustur. Disleksi doğuştan gelen yapısal bir durum olduğundan yaşamın ilk yıllarından itibaren belirtilerini gösterir. Sağlıklı gelişmesine rağmen yaşıtlarına göre geç konuşan, konuşurken sözcükleri yanlış telaffuz eden çocuklarda disleksi ihtimali vardır.
Dislekside erken yaşlarda farkedilebilecek başka bir alan da hareket ve koordinasyon alanıdır. Merdivenleri tutunmadan yardımsız bir şekilde inip çıkmakta güçlük, kendi başına giyinip soyunamamak, fermuarını çekememek, düğmesini ilikleyememek, makas, kalem, çatal, kaşık kulanmakta güçlük veya uygun şekilde tutamamak vb. durumlar disleksinin hareket ve koordinasyon alanındaki yarattığı problemlerdir. Ve bu durumla karşılaşan kişilerin vakit kaybetmeden uzman kişilerden yardım almaları ve çözüm yollarını aramaları şarttır.
Kardeş kıskançlığı tüm çocuklarda görülen bir durumdur. Kardeş kıskançlığı bir dereceye kadar da normal kabul edilir. Önemli olan bu durumun derecesidir. Her çocuk ilgiyle büyür ve bu ilgiye alışır. Yeni şartlar altında kendine bir kardeş geleceğini öğrenen çocuk bilinçaltında eskisi kadar sevilmeyeceğini, ilginin azalacağı ya da tamamen kardeşine kayacağını düşünür. Bu durum ailenin çocuğa ve yeni gelecek bebeğe karşı söylemleri ile gelişir.
Önemli olan büyük kardeşin bebeğe herhangi bir zarar verici davranışlarda bulunup bulunmadığıdır. Günümüzde kardeş kıskançlığı önlem alınmadığında son derece üzücü hadiselere yol açabilmektedir.
Anne ve babalar doğum öncesinde çocuklarına kardeş geleceğini mümkün olduğunca kendisine oyun arkadaşı ve hayattaki en büyük yardımcısı olacağı temelinde anlatmalılardır. Çocuk onun yerini alacak muhtemel bir tehdit olarak görmek yerine, birlikte oyun oynayacakları, birbirlerini çok sevecekleri hatta yaramazlıklarını beraber yapıp daha az azar işitecekleri gibi bir çok sevimli düşünce ile kıskançlıktan vazgeçer ve yeni durumu içtenlikle destekler.
Ancak bu durumu doğum sonrasında da devam ettirmek çok önemlidir. Yeni doğan kardeşe yapılan söylem ve davranışlar asla abartılmamalı ve büyük kardeşe de aynı şekilde muamele yapılmalıdır. Örneğin bebeğin karnı doyurulurken büyük kardeşe de bir şeyler hazırlanmalı ve birlikte beslenmeleri sağlanmalıdır. Yemekten sonra anne ve babanın büyük kardeşe "haydi şimdi oyun vakti" söylemiyle küçük kardeşi sevdirmeye yöneltmesi bebeğe dokunarak, severek oyun oynadığını düşünmesi çocuğun kıskançlık düşüncesini ortadan kaldırarak kardeşini sevmesini mümkün kılar
Belirttiğimiz gibi bu problemin çözümü çocuğun yeni kardeşe olan algısını yönlendirmekten geçmektedir. Ancak tüm bu çabalara ve yönlendirmelere rağmen kıskançlık devam ediyorsa ve bu kıskançlığın derecesi gün geçtikçe artıyorsa derhal bir uzmandan destek alınmalıdır.
Günümüzde bir çok çocukta görülen ve sayısı her geçen gün artan saldırganlık davranışı, altında çok ciddi sorunların yattığı bir durumdur. Unutulmamalıdır ki hiç bir çocuk kendiliğinden saldırgan olmaz. Yaşamında bu davranışı tetikleyen bir çok sebep olabilir. En basit örneği izlediği ya da maruz kaldığı şiddet içerikli yayınlardır. Bu ebeveynlerin izlemekte oldukları dizilere maruz kalması ile de olabilir, kendi izlediği çizgi film gibi yayınlarla da olabilir. Aslında saldırganlık davranışını ortaya çıkaran sebeplerin arasında bu örnek en masum sebep bile olabilir.
Bu davranışın ortaya çıkmasındaki başlıca sebepler arasında sürekli şiddete maruz kalmak, ebeveynler tarafından sert cezalarla ve kurallarla karşılaşmak, anne babanın çocuğa karşı ilgisizliği, geleneksel yetiştirme tarzlarından kaynaklanan şiddetin ve küfürün iyi bir şey gibi lanse edilmesi, anne ya da babanın uzun süreli yokluğundan kaynaklanan güvenlik kaygısı ve arkadaş ortamında şiddetin kabul edilmesi gibi nedenler gösterilebilir.
Tüm bu sebepler oldukça vahim durumlardır ve çocukta yarattığı travmanın boyutu tahmin edilenden çok daha fazla olabilir. Bu nedenle çocukta saldırganlık yaratan sebep veya sebepler ortadan kaldırılmalı ve çözümü için mutlaka bir uzmandan yardım alınmalıdır.
Çocukta özgüven gelişimi oldukça hayati öneme sahip bir konudur. Çocuğun özgüven sahibi bir birey olarak kendini kanıtlaması ve kendini göstermesi benlik saygısı ve geleceği açısından oldukça kritik bir süreçtir. Çocuğun gelecekte kendine güvenen, tuttuğunu koparan, risk almaktan çekinmeyen ve yaptığı her işi başarıyla yapabilmesi buna bağlıdır. Dolayısıyla çocuğun özgüveni geleceğinin mihenk taşı görevini üstlenir.
Çocuktaki özgüveni geliştirmek ve onu hayata hazırlamak anne babaların en büyük görevidir. Ancak maalesef bu konu hiç düşünülmeyerek bir çok hata yapılıyor ve çocukların özgüveni yıpratılıyor. Anne babaların çoğu zaman farkında bile olmadıkları hatalar çocuğun bilincinde derin yaralar açabilmektedir.
Çocuğun özgüvenini sürekli geliştirmek için yapılması gerekenlere bir kaç cümle ile örnek vermek faydalı olacaktır. Çocuğunuz ne söylerse söylesin onu eleştirerek ya da ona gülerek cevap verilmemesi gerekir. Bunun yerine söyledikleri doğru düşünceler için takdir etmek yanlış şeyler için ise doğrusunu ifade ederek açıklamak son derece önemlidir.
Bunun yanında günümüzde bir çok ailenin yaptığı en büyük hataların başında da sorumluluk verilmemesi gelmektedir. Bunun sebebi süphesiz ki güvensiz sosyal ortam ve çocuğun başına kötü bir şey gelecek diye korkulmasıdır. Bu düşünce bir nebzeye kadar anlayışla karşılanabilir. Ancak bakkala bile gönderilmekten korkulan çocukları düşündüğümüzde aslında onlara yaptığımız şeyin çok daha zararlı olduğunu ilerleyen zamanda ancak anlayabiliyoruz. Sorumluluk verilmeyen çocuklar ileride her türlü sorumluluktan korkan, sorumluluk almaktan kaçan işlevsiz bireylere dönüşmektedir.
Psikon Terapi Psikolojik Danışma Ve Terapi Merkezi olarak danışmanlık hizmetlerimizde ailelere, bireylere, çocuklara, çiftlere bir çok hizmeti sunmaktayız. Konya psikolog denilince akla gelen ilk psikolojik danışma ve terapi merkezi olmanın gururu ile Konya'da tüm fertlere, anne babalara, çocuk ve gençlere terapi ve psikolojik danışmanlık hizmetleri vermekteyiz.Verdiğimiz hizmetlerden bazıları; Aile Danışmanlığı, Yetişkin Terapisi ve Çocuk Terapisi gibi hizmetlerdir.
Çocuk Terapisi hizmetimizde Boşanma Sürecinde Çocuk, Ergen Danışmanlığı, Okul Reddi, Konuşma Bozuklugu, Tv ve Oyun Bağımlılığı, Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite, Sınav Kaygısı Terapisi gibi bir çok hizmeti içerisinde barındırmaktadır.
Yetişkin Terapisi hizmetimizde ise Travma Terapisi, Obsesif Kompulsif ( Takıntı ) Bozukluk, Stres Yönetimi, Depresyon, Bağımlılık Terapisi, Kariyer Yönetimi, Panik Atak, Fobi Terapisi, EMDR Terapisi gibi bir çok hizmet vermekteyiz.
Bunların dışında Aile Danışmanlığı hizmetimizde de Aile İçi İletişim Sorunları, Evlilik ve Çift Terapisi, Boşanma Kararı ve Aile, Cinsel İsteksizlik, Erken Boşalma, Aile İçi Şiddet, Vajinismus Terapisi gibi bir çok hizmeti sunmaktayız.
Çocuk yetiştirmek mutluluk, heyecan ve keyif verdiği kadar zor bir süreç. Bir bireyi doğru yönlendirmek, mutlu olacağı ve mutlu edeceği bir hayatı yaşamasına olanak sağlamak yeterince zor. Hele bu birey kişinin kendi çocuğu olursa araya duygusal sebepler de girdiği için süreç daha da karmaşık bir hale geliyor. Bu süreci kolaylaştırmak isteyen yeni nesil anne babalar ise farklı metotların peşinde.
Pozitif ebeveynlik tam olarak bir metot değil. Anne babaların eski davranış biçimlerinden sıyrılarak daha sağlıklı çocuklar yetiştirmek için benimsedikleri ve dünya çapında karşılık bulmuş bir hareket. Bu hareketin çıkış noktası ise Alfred Adler ve Rudolf Dreikurs adlı Viyanalı psikiyatrların çalışmaları.
Pozitif Ebeveynlik Nedir?
Dr. Laura Markham pozitif ebeveynliği, çocuklar için pozitif bir disiplin, nazik bir rehberlik ya da sevecen bir kılavuzluk olarak adlandırıyor. Pozitif ebeveynliği benimseyen anne babalar, çocuklarının doğru yoldan ayrılmamasını hedefliyor. Bunu da çocuklara ceza vermek yerine onlara güvenecekleri bir rehber olarak sağlıyor. Çalışmalara göre bu tutum, çocukların düşünceli ve sorumluluk sahibi olmasını sağlayarak daha mutlu çocuklar ve ebeveynler yaratıyor.
Pozitif Ebeveynlik İçin Neler Yapılmalı?
Pozitif Ebeveynlik ile ilgileniyorsanız ilk yapmanız gerek bakış açınızı ve kendinizi değiştirmeniz. Size bağırarak bağırmamanızı söyleyen anne babalarınızı ve “Dediğimi yap, yaptığımı yapma” deyişini anımsayarak işe başlayabilirsiniz.
Aşağıdaki tavsiyeleri uygulayarak çocuklarınızı pozitif ebeveynliğin olumlu yönleri ile tanıştırabilirsiniz.
Pozitif Ebeveynlik İçin Tavsiyeler
1. Her zaman nedene odaklanın!
Çocuğunuz hiç hoşlanmadığınız bir davranışını gördüğünüzde onu disipline etmeden önce bu davranışın nedenini anlamaya çalışın. Bu neden size anlamsız gelse de emin olun çocuğunuz için çok önemli.
2. Kuralları koyarken hem nazik hem de katı olun!
Nazik ve katı olmak yan yana çok doğru durmasa da çocuklarınıza bir şeyi yapamayacaklarını söylerken geri adım atmadan nazik olabilirsiniz. Koyduğunuz kuralları ona nazik ve anlayacağı bir dille anlatın. Bağırmaktan, küçük düşürecek sözler söylemekten kaçının.
3. Ara verin!
Ebeveynlik 7/24 bir sorumluluk olsa da sınırlarınızın aşıldığını ve dayanamayacağınızı hissedeceğiniz anlar olacaktır. Bu anlarda kısa bir ara vermenizde fayda var. Çocuğunuz eğer davranışını sürdürüyorsa ona kısa bir ara vermek istediğinizi söyleyin. Başka bir odaya gidin. Bu kısa ara hem çocuğunuzun hem de sizin sakinleşmeniz ve yeniden konuşabilmeniz için fırsat yaratacaktır.
4. Net ve tutarlı olun!
Çocuklarınıza sınırlamalar koyarken sebepleri ve sonuçlarını ciddi ve net bir şekilde ifade edin. Çocuğunuzun sınırlamanın sebebini iyice anladığından emin olun. Bu noktadan sonra tutarlı davranın. Anne ya da babalardan birinin sınırları gevşetmesi çocuğun kafasının karışmasına sebep olabilir. Bu nedenle birlikte hareket edin ve sınırlamalar konusunda geri adım atmayın.
5. Yaşa göre hareket edin!
3 yaşının altındaki çocuklar, beyindeki prefrontal cortex adı verilen bölümün gelişim aşaması sonucu, neden sonuç ilişkisi kurmakta zorlanır. Bu nedenle 3 yaşın altındaki çocuklara davranışlarının sonuçlarını açıklamak yerine yeniden yönlendirmeye çalışın. 3 yaşın üzerindeki çocuklarınıza ise her hareketlerinin bir sonucu olduğunu anlatın.
6. Sabır, sabır, sabır!
Pozitif ebeveynlik çocuklarınızın bir gecede değişmesini sağlamaz. Hem yetişkinler hem de çocuklarda bir davranış biçimini öğrenmek ve benimsemek zaman ister. Sonuçları uzun vadede göreceğinize inanın ve sabırlı bir şekilde ona rehberlik etmeye devam edin.
İlkokuldan üniversiteye dek hepimiz birçok sınava giriyoruz. Her sınavda hissettiğimiz sorumluluk duygusu bizi farklı duygu durumlarına sürüklüyor. Bazılarımız bu duygu durumlarından kolayca sıyrılırken bazılarımızda etkileri farklı oluyor. Sınavdan günlerce önce başlayan huzursuzluk, uykusuz kalma, sinirlilik, konsantrasyon bozukluğu gibi belirtilerle ortaya çıkan sınav kaygısı sınavlarda istediğimiz başarıyı yakalamamızı engelliyor. Üstelik yarattığı baskı ile bize zarar veriyor.
Peki sınav kaygısı ile başa çıkmak için neler yapılabilir? İşte tavsiyelerimiz;
1. Sınav hakkındaki düşüncelerinizi ve inançlarınızı sorgulayın. Bu sınava neden bu kadar anlam yüklüyorsunuz? Sınavı kazanamazsanız hayatınızın artık mutlu bir hayat olmayacağına dair bir inancınız mı var? Sınavda başarılı olmamanız durumunda etrafınızdaki kişilerden utanacağınızı mı düşünüyorsunuz? Bu gerçekçi olmayan inançlara sahipseniz bu düşüncelerden kurtulmak için adım atabilirsiniz. Kendi başınıza başa çıkamıyorsanız bir profesyonelden yardım alabilirsiniz.
2. Kaygı düzeyini düşürmede oldukça etkili olan nefes egzersizleri ve gevşeme teknikleri hakkında bilgi alabilirsiniz. Kaygınızın yükseldiğini hissettiğinizde bu teknikler ve egzersizler size yardımcı olacaktır.
3. Kaygıyı bastırmak yerine onu tanımaya çalışmak daha etkili bir yöntem olacaktır. Kaygınızı tanımak, onunla yüzleşerek nedenlerine ulaşmak sizi sınav kaygısından uzaklaştıracak önemli bir adımdır.
Çocuğunuzu Cezalandırmadan Disipline Etmek İçin 3 İpucu
Çocuklarımızın hatalarından ders çıkararak öğrenmesini istiyoruz. Bu yüzden bir hata yaptığında ona yaptıklarını düşünmesini söyleyerek odasına yolluyoruz. Ancak çocuklarımız çoğunlukla yaptıklarını düşünmüyor ve aynı davranış biçimini sürdürmeye devam ediyor. Peki bu durumda çocuğunuzu disipline etmek için nasıl davranmak gerekir?
Disiplin kelimesi çoğunlukla ceza kelimesiyle birlikte kullanılır. Halbuki disiplin kelimesi Latincedeki “disciplina” kelimesinden gelir. Bu kelime “öğrenmeyi öğretmek”, “öğrencilik hali veya adabı” anlamlarını taşır. Disiplin kelimesinin gerçek anlamı, çocukların davranışlarını değiştirmenin anahtarı niteliğindedir: “Çocuklara daha iyi davranışlara sahip olmaları için gereken yöntemleri göstermek.”
Disiplin kelimesini ceza ile bağdaştırarak çocuğumuza hatasının bedelini “ödetmek”, bir dahaki sefer doğru seçimi yapmayı öğrenmesine yardımcı olmuyor. Sürekli cezalandırılmak “güç sahibi olma” konusunda mücadelelere neden olurken, çocuklar kötü davranışlarının anne babaların dikkatini çektiğini düşünerek devam ettirme eğilimine de sahip olabiliyor.
Peki çocuğumuzu cezalandırmadan disipline etmenin yolları nelerdir? Elbette her çocuk tek ve biricik olduğu için bunun sihirli bir formülü yok. Ancak üç ana konuya odaklanmak onların doğru seçimleri yapmasını sağlamaya yardımcı olacaktır.
1. Onlara ihtiyaçları olan olumlu ilgiyi verin.
Çocuklar ilgi ister. Eğer onların ihtiyaç duyduğu ilgiyi pozitif olarak vermezsek farklı yöntemler deneyerek negatif ilgiyi de kendilerine çekmeye çalışacaklardır. Kötü nedenlerle de olsa ilgiyi üzerlerinde tutmak isteyeceklerdir. Bu 7-24 onlara ilgi göstermeniz gerektiği anlamına gelmiyor. Her gün kısacık bir süre de olsa hiçbir dikkat dağıtıcı unsura yer vermeden, tamamen onların istediği şeylere odaklanarak ona ait bir zaman dilimi yaratmak olumlu bir adım olacaktır. Gününüz ne kadar yoğun olursa olsun, her gün 1 ya da 2 kez 10 dakika boyunca onun seçtiği bir oyunu oynayarak ya da kitabı okuyarak vakit geçirebilirsiniz. Böylece ilgi isteğini doyurarak negatif yollardan ilgi çekme ihtiyacını ortadan kaldırmaya katkı sağlayabilirsiniz.
2. Eğitime Zaman Ayırın
Disiplin kelimesinin gerçek anlamının “öğrenmeyi öğretmek” olduğunu hatırlayın. Çocuğunuzu disipline etmenin en iyi yolunun ona daha iyi seçimler yapmayı öğretmek olduğunu unutmayın. Bunun için rolleri değiştirebilirsiniz. Siz çocuk olun ve bırakın çocuğunuz size doğru seçimleri yapma konusunda yardımcı olsun. Bir oyuncağı kırmak yerine paylaşmak, kırıcı bir üslup yerine olumlu bir yaklaşım sergilemek konularında size yol göstermesini ve doğru seçimler yapmanızı sağlamanızı isteyebilirsiniz. Böyle doğru ve yanlış seçimin ne olduğunu kavramasına yardımcı olabilirsiniz. Ayrıca her doğru davranışını sözlerinizle takdir ederek hevesini canlı tutabilirsiniz.
3. Sınırlar Koyun ve Bu Sınırlara Sadık Kalın
Çocuklar sınırları ve kuralları bildiklerinde daha olumlu gelişirler. Sınırlandırmalar deyince yüzlerce sert ve değişmez kuraldan bahsetmiyoruz elbette. Sınırlar, aileniz için en iyisi neyse o olmalıdır. Sınırlar ve kurallar konusunda oldukça açık ve net olun. Eğer sınırları aşarlarsa neler yapmaları gerektiğini açıkça ifade edin. Söz gelimi akşam yemeklerinde tabaklarını kendileri kaldırmazlarsa bulaşık makinesini boşaltmak zorunda olacaklarını bilsinler. Ancak ilgisiz kurallar koymayın. Mesela ödevini yapmayan bir çocuğa odasını temizletmek bu iki sorumluluk arasında bağ kuramayacağı için herhangi bir etki yaratmayacaktır.
Her şeyden önemlisi tutarlı olun. Bir sınır aşıldığında karşılaşacakları sonuçları sürekli değiştirirseniz çocuğunuzun kafası karışacaktır. Merak ettiğin tüm konularda profesyonel destek almak için Psikon Psikolojik Destek Merkezi'mize başvurabilirsiniz.
Evlenmeden Önce Dikkat Edilmesi Gereken Hususlar
Aşk ve evlilik birbirinden farklıdır. Aşk evliliği yapmak güzel bir şeydir. Fakat aşkın tek başına yeterli gelmeyeceği durumlar vardır. Evlilik de buna dâhildir. Çünkü imzalar atıldıktan sonra sadece âşık olduğunuz kişi ile değil; onun ailesiyle, arkadaşlarıyla, çevresiyle ve sorumlulukları ile de evlenmiş olursunuz. Bunun bilincinde olmak size evlilik kararı almak için avantaj sağlayacaktır.
Evlenmeden önce dikkat edilmesi gereken hususların başında flört dönemi gelir. Flört döneminde her şey olduğundan daha güzel gözükür insanın gözüne. Deyim yerindeyse midenizde kelebekler uçuşur, ayaklarınız yerden kesilir, gözleriniz ışık saçar. Flört güzel bir dönemdir fakat şunun da bilincinde olmak gerekir. Flört, yeni bir hayata başlamak, yeni bir hayata hazırlanmak ve iki kişinin birbirini tanıması için bir fırsattır. Evlenmek isteyen kişiler bu dönemin bilincinde olup buna göre davranırlarsa eğer mutlu bir evliliğe adım atmayı düşünebilirler. Burada dikkat edilmesi gereken husus ise flört, nişan gibi dönemleri çok uzun tutmamaya çalışmaktır. Özellikle ülkemiz şartlarında evliliğe karar verildiğinde işin içine aileler de girecek evlilik düşüncesi iki kişinin düşüncesindeki halinden çıkıp başka boyutlara ulaşacaktır. Bu dönemler uzadıkça çatışmaya yol açma ihtimali yüksektir.
Peki, evlilik kararı almadan önce nelere dikkat edilmelidir?
Evliliğe karar veren çiftlerin hayatlarını birleştirmeden önce dikkat etmesi gereken önemli hususlar vardır. Bu hususlar dikkate alınmadığı takdirde sorunlar ortaya çıkabilir. Bu yüzden, eş olarak seçilecek kişinin hayat görüşüyle kişinin kendi görüşünün aynı paralelde olması, aile yapılarının birbirine benzer yapıda olması, inanç yapılarının aynı dengede olması, cinsel uyum, aradaki sevgi bağı gibi hususlar dikkat edilmesi gereken önemli noktalardır. Fakat bunların da üzerinde başta olması gereken şey karşılıklı saygıdır. Eşlerin birbirlerine ve birbirlerinin farklılıklarına olan saygıları sağlam bir ilişkinin temelidir.
Evlenme yaşı da bir diğer önemli husustur. Evlilik baştan sona sorumluluk gerektiren bir olgudur. Bu sorumluluğun bilincinde olabilmek için de kişinin belirli bir olgunluğa ulaşmış olması sorumluluklarının farkında olmasını sağlar. Ailesinden kopamayan, kendi kurduğu aile yerine ebeveynlerini önceliğine alan kişiler evliliğe uygun değildir. Evlendikten sonra her insan kendi ailesini kurar. Ebeveynler deneyimli oldukları için elbette yol gösterici olmalıdır. Ancak bu hayatlarının her alanına müdahale edebilecekleri anlamına gelmemelidir.
Evlilik kararı almadan önce dikkat edilmesi gereken bir diğer husus da neden evlenmek istenildiğinin bilincinde olmaktır. Bunun için kendinize şunları sormanız gerekir:
-Neden evlenmek istiyorum?
-Benim için ideal eş kimdir? Nasıl biri olmalıdır?
-Neden bu kişiyle evlenmek istiyorum?
-Hayata bakış açımız benzer mi?
Bunlar evliliğin temelini oluşturan sorulardır ve bunları objektif şekilde yanıtlayabilmek size büyük ölçüde yardımcı olacaktır.
Evleneceğiniz kişinin dört dörtlük olmasını beklemeyin ve asla evlenince nasıl olsa değişir düşüncesiyle bir ilişkiye yaklaşmayın. Değişim dışarıdan zorlamalarla değil kişinin kendi isteğiyle içinden gelerek gerçekleşecek bir olgudur. Partnerinizi olduğu gibi kabul edebiliyor ve farklılıklarına saygı duyabiliyorsanız bir şeyleri başarabilirsiniz.
Mükemmeli aramak yerine göze batmayan kusurları örtmek daha işe yarar olacaktır. Mükemmeli aramak yıldızlara dokunmaya çalışmak gibidir. Çünkü dünya üzerinde mükemmel tanımına uygun ne bir insan ne de bir evlilik vardır. Evlilik öncesi profesyonel yardım almak için hemen bizi arayabilir mutlu bir hayatın temellerini atabilirsiniz.
Obsesif Kompülsif bozukluk (OKB), kişilerin istenmeyen düşünce, fikir ve hisleri sürekli deneyimlemeleri, bu hisler ve düşünceler nedeniyle bazı davranışları takıntılı bir şekilde defalarca yapmalarıyla ortaya çıkan anksiyete bozukluğuna verilen genel addır.
Defalarca yapılan davranışlara örnek olarak, kişinin günlük hayatını ve sosyal ilişkilerini tehdit edecek bir noktaya ulaşan, elleri yıkama, eşyaları temizleme ya da kontrol etme davranışları verilebilir.
Birçok sağlıklı kişi akıldan atılamayan düşüncelere ya da tekrarlanan davranışlara sahip olabilir. Ancak OKB sahibi bireylerde durum farklıdır. OKB sahibi bir kişi istenemeyen düşünceleri sebebiyle ya da yapması gerektiğine inandığı takıntılı bir davranışı yerine getirememesi durumunda ciddi bir stres altına girer. Birçok OKB sahibi birey takıntılarının farkındayken, yaşadıkları durumun farkında olmayan kişiler de bulunmaktadır. Kişiler takıntılarının farkında olsa bile, istenemeyen düşünce ve tekrarlayan davranışlardan uzaklaşmakta zorluk çekerler.
OKB tanısı konulurken takıntılı düşünce ve davranışların kişilerinin hayatında ne kadar zaman aldığı da dikkate alınır. Günde 1 saatten fazla zaman alan, ciddi stres yaratan, iş, sosyal ya da önemli herhangi bir alanı tehdit eden düşünce ve davranışlar OKB tanısı konulurken göze alınır.
BELİRTİLER
OKB sahibi kişilerin bazılarında istenmeyen düşünceler, bazılarında istenmeyen davranışlar bazılarında ise her ikisi de gözlemlenebilir. Bu belirtiler iş, okul ya da kişisel ilişkiler gibi hayatın her anını tehdit eder.
Obsesyon, tekrar eden, akıldan uzaklaştırılamayan düşüncelerin, dürtülerin ya da zihinsel imajların kişide kaygı yaratmasına verilen addır.
En sık rastlanan Obsesyon Belirtileri:
Mikroplardan ya da hastalık bulaşmasından korkmak
Yasaklanmış, tabu haline gelmiş cinsellik, din ya da zarar verme üzerine istenmeyen düşünceler
Kişinin kendisine ya da başkalarına duyduğu agresif düşünceler
Her şeyi simetrik ya da mükemmel bir düzen içinde görme ihtiyacı
Kompülsiyonlar, OKB sahibi bireylerin takıntılı bir şekilde defalarca tekrar ettiği davranışlara verilen genel addır.
En sık rastlanan Kompülsiyon Belirtileri:
Aşırı temizlik ve/veya el yıkama
Eşyaları belirli bir düzen içinde sıralama ya da düzenleme
Kapının kilidini, ocağın altını defalarca kontrol etmek.
Eşyaları ya da bir davranışı takıntılı bir şekilde saymak
Herhangi bir OKB yi normal düşünce ve tekrarlayan davranışlardan ayıran noktalar vardır. OKB sahibi bireyler:
- Düşünce ya da davranışlarının aşırı olduğunun farkında bile olsa, onları kontrol edemez.
- Günde en az 1 saatini bu düşünce ve davranışlara harcar
- Davranışlarının ve ritüellerinin sonucunda tatmin olmaz. Sadece düşüncelerinin kaygılarından kısa bir anlığına kurtulur.
- Takıntılı düşünce ve davranışları nedeniyle günlük hayatında belirgin problemler yaşar.
- Bazı OKB sahibi bireyler tiklere de sahiptirler. Bunlar göz kırpma, yüzün şeklini değiştirme, boğaz temizleme ya da burun çekme gibi tikler olabilir.
RİSK FAKTÖRLERİ
OKB yetişkinler, ergenler ve çocuklarda görülebilir.
Birçok kişiye tanı 19 yaşında konur.
Erkek çocuklarda kız çocuklardan daha önce görülür.
Çalışmalara göre, OKB sahibi bireylerin anne baba, kardeş ya da çocuk gibi birinci derecede akrabalarında da OKB görülmesi olasıdır.
Çocukluğunda fiziksel ya da cinsel istismara uğrayan çocukların OKB sahibi olma riskinin çoğaldığı gözlemlenmiştir.
TEDAVİ YÖNTEMLERİ
OKB tedavisinde tipik olarak ilaç ve psikoterapi ya da her iki yöntemin kombinasyonu kullanılır. Birçok OKB sahibi birey bu tedavi yöntemlerine cevap verirken bazı bireyler takıntılı davranış ve düşüncelerine devam etmektedir.
Dönem dönem hepimiz üzgün hissederiz...
Bazen bu üzüntülerin kaynağı bellidir...
Bazen de birikmiş sıkıntılar ruh halimizi bu duruma getirir.
Arkadaş sohbetlerinde depresyonda olduğumuzu söyleyebilir, birini çok üzgün gördüğümüz de depresyonda mısın diye sorabiliriz.
Peki gerçekten depresyonda mısınız?
Aslında klinik depresyon ile üzüntü arasında büyük farklar vardır.
Üzüntü hayatı bir süreliğine de farklı ve ilginç kılan normal bir duygudur. Hatta birçok sanat eseri ve şiir bu üzüntüden ve melankolik halden beslenir. Üzgün halimizden mutlu ruh halimize geçtiğimizde iki duygu arasındaki karşıtlığı daha net anlayarak, hayattan daha çok zevk alabilir, yaşadıklarımı takdir edebiliriz. Ancak üzüntüler depresyona dönüşebilir.
Üzüntünün Depresyona Dönüştüğüne Dair Belirtiler
Üzgün ruh halinizin depresyona dönüştüğünü anlamak, bu ruh hali içindeyken rahatlıkla anlayabileceğiniz bir durum olmayabilir. Bu nedenle aşağıdaki belirtileri dikkatle takip etmek önemlidir. Peki ne zaman psikoloğa gitmeliyim? Eğer aşağıdaki belirtiler size ve hayatınıza iki haftadan uzun süredir etki ediyorsa bir profesyonelle görüşmeniz önem taşır.
- Sürekli kendinizi üzgün, kaygılı ve boş hissediyorsanız,
- Karamsar ya da umutsuz düşüncelere dalıyorsanız,
- Kendinizi suçlu, değersiz ve çaresiz hissediyorsanız,
- Her zaman zevk aldığınız aktivelerden zevk almıyorsanız,
- Konsantre olmakta, hatırlamakta ve karar vermekte zorlanıyorsanız,
- Enerjinizi düşük kendinizi bitkin hissediyorsanız,
- Uyku düzeninizde değişiklikler olduysa,
- Aşırı ya da çok az yemek yiyorsanız,
- Ölüm, intihar gibi düşünceleri kafanızdan atamıyorsanız,
- Herhangi tıbbi bir nedeni olmayan baş ağrıları, sindirim sorunları ve kronik ağrılar yaşıyorsanız bu belirtileri görmezden gelmeyin ve mutlaka bir uzman ile görüşün. Klinik depresyonun sonuçları arasında oldukça olumsuz deneyimler olduğunu unutmayın.
Normal üzüntü ile nasıl başa çıkabilirsiniz?
Üzgün ruh halinizin hayatınızın tamamına sahip olmasına izin vermemek için yapabileceğiniz şeyler var. Böylece bu ruh halini sağlıklı bir şekilde atlatarak size daha derin sorunlar yaşatmasına engel olabilirsiniz.
- Kendinize üzgün olma hakkı tanıyın. Üzüntünüzü maskelemek, derine gömmek ileride daha büyük zarar görmenize neden olabilir. Bu nedenle üzüntünüzü yaşayın. Ağlamak istiyorsanız ağlayın.
- Kendinize bir gün verin. Sadece kendi başınıza olabileceğiniz, düşüncelerinizi ve hislerinizi gözlemleyebileceğiniz bir gün planlayın. Ertesi gün yeniden mutlu hissetmeniz daha kolay olacaktır.
- Size üzüntü veren şeyler ve hisleriniz hakkında yazın. Hislerinizi tanımak, üzüntü sebebinizle başa çıkmak için onları kağıda dökmek oldukça etkili bir yoldur.
- Yürüyüş yapın. Açık ve temiz hava bakış açınızı değiştirmek için oldukça etkilidir.
- Sizi anlayacak biriyle konuşun. Bu kişi arkadaşınız ya da aile üyelerinizden biri olabilir. Hisleriniz üzerine konuşmak size iyi gelecektir.
- Üzüntünüzün sebebi hayatınızda yapmanız gereken bir değişiklik olabilir. Size üzüntü yaşatan olaya yakından bakın. Değişmesi gereken ama değiştirmediğiniz şeyler yüzünden mi üzülüyorsunuz? Yoksa değişime sebep olarak üzüntünüzü atlatabilir misiniz? Değişimin hayatın kuralı olduğunu düşünerek hareket edin.
Klinik Depresyon Nedenleri
Size üzüntü yaşatan şeylerin yanı sıra, klinik depresyonun farklı nedenleri de bulunabilir. Bunlar;
- Genetik risk faktörleri
- Beyin kimyasının dengesini kaybetmesi
- Kadın hormonlarının değişimi
- Yanlış beslenme
- İlaçlar
- Stresli yaşam deneyimleri
- Yas ve kayıp olarak sıralanabilir. Depresyon tedavisi kişiden kişiye farklılık gösterir. Özellikle depresyon nedenleri tedavi aşamasında önem taşır. Kişiye depresyon ilaçları olarak Seçici Serotonin Geri Alım İnhibitörleri ya da Serotonin ve Norepinefrin Geri Alım İnhibitörleri önerilebilir. Bu kararı hekim alır. Depresyon tedavisi süresi boyunca ilaç ve terapi birlikte yürütülebilir.
Unutmayın! İhtiyacınız olan depresyon terapisi Konya merkezli Psikon Terapi’nin uzman isimleri ile gerçekleştirilebilir.
Depresyondayken bir taraftan da size destek olmayan aileniz ve arkadaşlarınızla uğraşmak oldukça zordur. Bu durumda hangi adımların size yardım olacağını açıklamadan önce depresyona kısa bir bakış atmakta fayda var.
Depresyon Nedir?
Depresyon nedir sorusunun cevabı kısaca duygusal, zihinsel ve bedensel işaretlerle ortaya çıkan ve tedavi edilmediği takdirde ciddi sonuçlara neden olan ruhsal bir bozukluktur. Depresyon belirtileri arasında kendini sürekli çaresiz, değersiz, mutsuz hissetmek, uyku ve yeme düzeninde sebepsiz değişiklikler göstermek, uykusuzluk yaşamak ya da aşırı uyku ihtiyacı duymak, her zaman zevk aldığı aktivitelerden zevk alamamak gibi belirtiler bulunur. Depresyon teşhisi konabilmesi için kişinin bu duygu durumunu ve belirtilerini 2 haftadan uzun bir süre deneyimlemesi gerekmektedir. Depresyon nedenleri, genetik, stresli yaşam deneyimleri, hormon bozuklukları, yas ve kayıp süreçleri öne çıkar. Depresyon tedavisi için hekimin uygulayacağı programa bağlı kalmak, hekimin gerekli gördüğü depresyon ilaçları alarak terapi görmek önemlidir.
Depresyon döneminde sevdiklerin desteğini göremiyorsanız bu önerileri uygulayabilirsiniz:
1. Sevdiklerinizin duygularının ve davranışlarının ardında aslında sizinle hiç ilgisi olmayan şeyler olabilir.
Bir kişinin depresyonu anlayamamasının ardında birçok farklı sebep olabilir. Karşınızdaki kişi, insanların zayıflığını göstermesinin kesinlikle kabul edilmediği bir ortamda büyümüş olabilir. Ya da onların zamanında ruhsal problemler ciddi boyutlara ulaşmadıkça kabul edilmemiş olabilir. Onların depresyona yaklaşımları bu gibi sebeplerden dolayı yerleşmiş ve değişmez olabilir.
2. Kendinizin en büyük destekçisi yine siz olun!
Kendinize karşı şefkatli ve nazik olun. Kendinizle konuşurken olumsuz cümleler kurmaktan kaçının. Olumsuz bakış açısının depresyonunuzu besleyeceğini unutmadan olumlu bir dili benimseyin.
3. Desteği başka yerde arayın.
Yakın arkadaşlarınız ve ailenizden destek bulamadığınızda desteği başka yerlerde arayabilirsiniz. Örneğin internet üzerinden ulaşabileceğiniz depresyon destek gruplarında sizinle aynı deneyimleri yaşayan kişilere ulaşabilir ve yeni arkadaşlıklar kurabilirsiniz.
4. Onların yanlış kanılarına inanmayın.
Size destek olmayan arkadaş ve ailenizin yanlış kanılarına inanmayın. Onlar aksini söylese de depresyon zayıflık ya da tembellik belirtisi değildir. Beyin kimyanızdaki dengelerin bozulması depresyona sebep olur. Yardım istediğinizde aslında dikkat çekmeye çalışmazsınız. Kim ne derse desin bunun gerçek bir rahatsızlık olduğunu ve atlatabileceğinizi bilin.
5. Bazı kişilerin durumunuzu anlayabildiğini ama sizi aktif bir şekilde destekleyemediğini bilin.
Arkadaşınız ya da aile bireylerinizden biri sizin içinde bulunduğunuz durumu ve depresyonunuzu anlıyor ancak yardım edemiyor olabilir. Bunun en önemli sebeplerinden biri o kişinin de kendi sorunları arasında boğuluyor olması olabilir. Size yardım edememesinin sebebi, gücünü kendini korumak için kullanıyor oluşu olabilir.
6. Gerçekten ihtiyacınız olan şeyi istemekten korkmayın.
Bazı durumlarda etrafınızdaki kişiler sizi gerçekten desteklemek ve yardım etmek istiyor, ancak tam olarak neye ihtiyacınızı bilmediklerinden bir türlü yardımcı olamıyor olabilirler. İhtiyacınız olan biraz boş zaman, biraz anlayış, kısa bir tatil olabilir. Unutmayın, ihtiyaçlarınızı yüksek sesle söylemek size yardım etmek isteyen kişilerin işlerini kolaylaştırır.
7. Olumsuz kişileri hayatınızdan çıkarın.
Hayatınızda size zarar verecek ve sizi incitecek insanlar olabilir. Bu insanları hayatınızdan çıkarabiliyorsanız hemen çıkarın. Eğer bu kişileri hayatınızdan çıkaramıyorsanız onunla olan iletişiminizi minimuma düşürün.
8. Öfkenizi dışa yansıtın.
Eğer birine öfkelendiğinizde içinize atıyorsanız, bu öfkeyi olumlu bir davranışa çevirmeyi deneyin. Dışarıda yürüyüş ya da egzersiz yapmak, evinizi baştan aşağı temizlemek gibi fiziksel aktiviteler öfkenizden kurtulmak için ideal yollardır.
Kilo vermek istiyorum diyor ama bir türlü çıkış yolu bulamıyor musunuz?
Diyet yapıyorum ama zayıflayamıyorum mu diyorsunuz?
Artık kilo probleminden bıktım, zayıflamak istiyorum diye mi düşünüyorsunuz?
O zaman bu yazıyı mutlaka okuyun!
Kilo vermenize yardımcı olacak 9 psikolojik yolu anlatmadan önce kilo vermenizde etken olan 3 özel durumu yakından tanıyalım.
Kilo Vermede Etkili 3 Özel Durum
STRES
Stresin kilo verme üzerinde direkt bir etkisi bulunur. Vücudumuz bir stres altında kaldığında kortizol seviyesi artar. Kortizolün artışı, vücudun yağ depolama mekanizmasını çalıştırır. Bu aslında bedenimizin bir stres unsuru ile karşılaştığında hayatta kalmak için geliştirdiği savunma mekanizmasıdır. Vücudumuz savunma halindeyken kilo vermek zorlaşır.
KEYİF
Stresi azaltmanın anahtarı zihinsel ve bedensel olarak keyifli olmaktan geçer. Stres faktörlerini azaltıp, rahatlamaya ve gevşemeye başlayan vücut, savunma için kaldırdığı gardı indirir. Böylece vücut alarm durumdan gevşeme durumuna geçer. Bu da yağ yakma hızını artırır. Yağ depolama mekanizmasını yavaşlatır. Stresi azaltmak için, yürüyüş yapmak, arkadaşlarla vakit geçirmek gibi keyif alınan aktivitelere yer vermek önemlidir.
DAVRANIŞ
Birçok kilo verme tüyosu davranışları değiştirmeye odaklanır. Örneğin daha çok su iç, daha çok sebze tüket, paketli ürünlerden kaçın gibi davranışı değiştirmeye yönelik tavsiyeler bulunur. Bu tavsiyeler direkt olarak davranışı değiştirmeye yöneliktir. Ancak davranışlarımızı oluşturan asıl şey değerler, duygular ve inançlar yani kısacası psikolojimizdir.
Psikolojinizi etkileyecek ve kilo vermenize yardımcı olacak 9 psikolojik yolu sizler için derledik!
Kilo verme hakkında bildiklerinizi gözden geçirin.
Kilo vermek vücudunuzun enerji dengesi ile ilgilidir. Bilimsel gerçeklere göre, aldığınız kalori harcadığınız kaloriden fazlaysa kilo alırsınız. Vücudunuzun enerji dengesini koruması için belli bir kaloriye ihtiyaç duyduğunu ve bunu aşmanız durumunda kilo alacağınızı kendinize hatırlatın!
İçini göremediğiniz kaplardan yemek yemeyin.
Beynimiz görsel bir şekilde çalışır. İçini göremediğimiz yemek kaplarında ne kadar yemek olduğunu bilemeyiz. Bu nedenle ne kadar çok yemek yediğimizi fark etmeyebiliriz. Cam gibi saydam kaplar kullanarak, küçük saklama kapları ya da poşetlere minik porsiyonlarda atıştırmalıklar koyarak, beyninize oyun oynayabilirsiniz.
Diyetleri terk edin.
Evet kilo vermek için diyeti terk etmek kulağa tuhaf geliyor olabilir. Ancak diyet yapmak düşündüğünüzün aksine uzun vadede daha çok kilo almanıza neden olabilir. Çünkü diyetler zihninizde zaman olarak bir limit oluşturur. Diyetiniz sona erdiğinde farkına bile varmadan eski yeme alışkanlıklarınıza dönersiniz. Uzun vadede sağlıklı beslenme ve egzersiz yapma alışkanlığını kazanmaya odaklanmak, kısa vadeli diyetlerden çok daha iyi ve sürdürülebilirdir.
Midenizi doldurarak kandırın.
Canınız çok mu tatlı istiyor? Kilo vermek için tatlıdan ve paketli gıdalardan uzak durmanız gerektiğini biliyorsunuz. O zaman midenizi havuç ve elma gibi bol lifli gıdalarla doldurun. Tatlı isteğiniz ilk birkaç dakika geçmese de mideniz dolu olduğu için yavaş yavaş bu isteğinizden kurtulacaksınız.
Egzersizi eğlenceli bir aktiviteye dönüştürün.
Egzersiz yapmayı sevmiyorum diyenlerdenseniz önce seçtiğiniz egzersizi düşünün. Koşu yapmaya çalışıyor ama koşudan nefret mi ediyorsunuz? O zaman koşuyu bırakın! Bunun yerine gerçekten eğlenip iyi vakit geçirebileceğiniz sporlara yönelin. Tenis, basketbol, yüzme gibi aktiviteler rutin egzersiz programlarından daha eğlenceli ve sosyal aktivitelerdir.
Obeziteye ne sebep olur? Anlayın!
Obezite sorunu günden güne artan bir sağlık problemi! Çoğu kişi bu problemin genetik faktörlere dayandığını düşünse de araştırmalara göre asıl sebep sağlıksız yaşam alışkanlıkları. Yani kilo artışınız sizin genlerinizle değil yaşam stilinizle ilgili.
Kendinize meydan okuyarak motive olun.
Kendini onaylama başarı için önemli adımlardan biridir. Kişisel başarı da fayda sağlayan bir diğer psikolojik gerçek ise kişinin kendine meydan okumasıdır. Kendinize ve kilolarınıza meydan okuyun! Fazla kilolarımı verebilecek miyim? Meydan okumaya hazır mıyım? Diye kendinize sorun. Bu meydan okuma siziz düşündüğünüzden çok daha fazla motive edecektir.
Kendinize iyi davranın.
Eski düşüncelerinizden sıyrılmak için kendinize pozitif bir bakış açısıyla bakın. Altı ay ya da 1 yıl sonra nasıl iyi görüneceğinize ve ne kadar harika hissedeceğinize odaklanın.
Daha fazla uyuyun.
Bilimsel olarak uykusuz kaldığımızda vücudumuz daha çok yüksek kalorili ve şekerli yiyecekler ister. Bunun sebebi düşük enerjimizi hızla yükseltme isteğidir. Bu durumu engellemek için en az 7 saat uyuduğunuzdan emin olun.
Bilimsel adı Obsesif Kompülsif Bozukluk olan halk arasında daha çok takıntı hastalığı olarak adlandırılan takıntı bozukluğu günümüzde birçok kişinin problemi haline gelmiş bir problemdir. Takıntı hastalığı nedir sorusuna verilecek en kısa yanıt bu hastalığa sahip kişilerin akıllarından uzaklaştıramadıkları bazı düşüncelere sahip olması ve bu düşüncelerin üstlerinde yarattığı kaygıdan kurtulmak için belli bazı davranışları sürekli tekrarlamaları olacaktır.
Kişi rahatsız edici bazı düşünceleri aklından uzaklaştıramaz. Takıntı hastalığı belirtileri arasında yer alan bu düşünceler, korkular ve görüntüler;
Kişinin kendine pislik ya da mikrop bulaşacağına dair duyduğu korku
Rezil olmaktan korkma,
Günahkarca düşünmekten korkma,
Başkalarına zarar vermekten korkma,
Aşırı derecede kuşkulanma,
Aşırı derecede simetri, düzen ihtiyacı duyma
olarak sıralanabilir. Bu obsesif düşünceler kişiyi bazı kompülsif yani tekrar eden davranışlara sürükler. Bu kompülsif davranış ve tutumlar;
Tekrar tekrar elleri yıkama, temizlenme,
Kapı, ocak, ütü gibi şeyleri sürekli kontrol etme,
Bir şeyi yaparken belli sayıda yapma,
Eşyaları simetrik bir biçimde dizme,
Yemekleri belli bir sırada yeme,
Belli bazı kelimeleri ya da duaları sürekli yineleme ihtiyacı duyma
olarak kabul edilebilir.
Takıntı hastalığı teşhisi mutlaka bir uzman tarafından konulmalıdır. Uzman kişiye obsesif kompülsif bozukluk teşhisi koyduktan sonra kişinin durumuna en uygun tedaviyi uygulamaya başlar. Takıntı hastalığı ilaçları ve terapi yöntemleri yine uzmanın karar vereceği tedavi süreci dahilinde uygulanır. Takıntı hastalığı tedavisi devam ederken kişi kendine yardımcı olabileceği adımlar atabilir.
Obsesif kompülsif bozukluğun üstesinden gelmek için atılabilecek 5 adım
1. İlk Önce Bir Sorununuz Olduğu Gerçeği ile Yüzleşin ve Onu Tanıyın.
Kompülsif davranışlarınızın sizin normal davranışınız olmadığını bilmek atabileceğiniz ilk ve en önemli adımdır. Bir kez problemin farkına varırsanız yaşadığınız şeyin Obsesif kompülsif bozukluk olduğunu anlar ve bu davranışı diğer normal davranışlarınızdan ayırarak ona meydan okumaya başlayabilirsiniz.
2. Obsesif Kompülsif Bozukluğunuzu Analiz Edin
Spesifik davranışlarınızı ayırt etmeye başladıysanız sıra onu analiz etmekte. Sizi bu davranışı tekrarlamaya iten şey ne? Obsesyon ve kompülsiyonlarınızı ne tetikliyor? Ana tetikleyici sebepleri bulduktan sonra takıntılarınız ile başa çıkma yollarına başvurabilirsiniz.
3. Davranışınızı Değiştirin
Takıntılı davranışlarınızın en belirgin olanını tespit etmişseniz ve bu davranışın tetikleyici sebebini bulmuşsanız sıra davranışınızı değiştirmeye geliyor. Davranışınızı değiştirme fikri ilk başta hoşunuza gitmese de bu konuda yapılabilecek çok şey var. Örneğin ana davranışınız sürekli kilitleri kontrol etmekse defalarca kontrol etmek yerine kendinize bir kontrol listesi oluşturun. Ve bir kere kontrol ettikten sonra bu listede kontrol ettiğiniz kapı, ocak, doğalgaz gibi şeyleri sıralayın. Böylece defalarca kontrol etmek yerine elinizdeki listeye, bir anlamda da kendinize güvenmeye başlayabilirsiniz.
4. İyileşmenin Zaman Alacağı Gerçeğini Unutmayın.
Takıntılı davranışlar nasıl değişir? Takıntı hastalığı nasıl geçer? Elbette bir gecede değil. Bunun bir iyileşme süreci olduğunu ve hemen sonuç alamayacağınızı kendinize hatırlatın. Çok stres altında hissettiğinizde kendinizi rahatlatmak içim nefes ya da meditasyon tekniklerinden yardım alabilirsiniz. Ayrıca çevrenizde güvendiğini ve sevdiğiniz kişilerle takıntı hastalığı üzerine konuşmak da size ciddi bir destek olacaktır.
5. Tökezlediğinizde Farkında Olun.
Takıntı hastalığı ile savaşırken birçok kez tökezleyebilirsiniz. İstemediğiniz düşünceler ya da davranışlar kısa bir anlığına geri gelebilir. Bunlardan korkmak ve panik olmak yerine farkına varın. O anda neden öyle düşündüğünüzü, neden o şekilde davrandığınızı bilir ve buna obsesif kompülsif bozukluğun sebep olduğunu kavrayabilirseniz bu davranış ve düşüncelerden uzaklaşmanız daha kolay olur.
Çocukluk ve gençlik yıllarında annenizle aranızdaki ilişkinin, yetişkin olduğunuzda kurduğunuz ilişkilerde önem taşıdığını biliyor musunuz?
Annenizle aranızdaki ilişki, sadece başkalarıyla kurduğunuz ilişkilerde değil kendinizle kurduğunuz ilişkide de büyük etki sahibi.
Kızgınlıklarınız, kendinize verdiğiniz değer, öfkelenme biçiminiz, espri anlayışınız gibi birçok özelliğiniz anneniz ya da size çocukken bakan kadın figürle olan ilişkinizden etkileniyor.
Bazı kişiler, sevgi dolu, destekleyici ve her zaman çocuğunun yanında olan annelere sahip olacak kadar şanslı. Bazıları ise maalesef bu anlatılanların tam tersine üzerlerinde sürekli duygusal stres yaratan annelerin bakımında büyüyor. Eğer siz de bu kişilerden biri iseniz bu makale sizin için.
Annelerle olan ilişkileri düzeltmek her zaman kolay olmuyor. Anne çocuk arasındaki ilişkinin karmaşıklığı, bu ilişkiyi kolay ve hızlı bir şekilde düzeltmeyi engelliyor. Annesi çoktan hayata veda eden kişiler ya da annesini hayatından çıkarmış kişilerin bu ilişkiyi düzeltmesi neredeyse imkansız hale geliyor.
Eğer siz de annenizi kaybetmiş ya da onunla olan ilişkinizden daha fazla zarar görmemek için onu hayatınızdan çıkarmış biri iseniz, ilişkinizi düzeltmek yerine, kendinizi tamir etmeye odaklanabilirsiniz.
Her şeyden önce annenizin de bir insan olduğunu ve aynı sizin gibi hatalar yapabileceğini düşünerek işe başlayabilirsiniz.
Çocukken anne babalar bizim için sıradan figürlerden çok daha fazlasıdır. Bizim kahramanlarımız, düşmanlarımız, patronlarımız ya da koruyucularımızdır. Gözümüzde asla sıradan insanlar değildirler. Ancak büyümenin en önemli parçası anne babalarımızın da sıradan insanlar olduğunu anlamaktır. Onlar da hata yapar, onlar da işi ellerine yüzlerine bulaştırırlar. Aileniz de dahil birçok yetişkin ellerinden geldiğinin en iyisini yapmaya çabalar. Ve kusurlu anne babaların da çoğu zaman kendileri gibi kusurlu anne babaları olmuştur. Bazen bizler de anne babalarımızın kusurlarını düzeltmek için aşırıya gidebiliriz. Örneğin annemizden yeteri kadar sevgi almadıysak çocuklarımıza aşırı sevgi gösterebiliriz.
Başkalarının kusurlarını kendi penceremizden görürüz, kendi kusurumuzu bir temele dayandırırken, karşımızdakinin kusurunu onun kişilik özelliklerinden biri sayarız. Örneğin araba ile bir başkasının yoluna çıktığımızda aslında bunu bir yere geç kaldığımız için yapmışızdır. Ama bir başkası bizim yolumuzu keserse onun düşüncesiz ve bencil biri olduğunu düşünürüz. Ya da kendi çocuğumuza karşı öfkeli davranırsak bunun sebebi stresli olmamızdır. Annemiz aynı şekilde bize davrandığında ise onun kötü bir ebeveyn olduğunu düşünürüz.
Bu yaklaşımı aklınızda tutarak annenizle yaşadığınız zamanları düşünün. Sizin unutamadığınız, affedemediğiniz şeyleri sadece kötü bir anne olduğu için mi yaptı? Yoksa başka nedenleri de var mıydı? Elbette nedenleri bile olsa bu yaşadığınız şeyleri yok etmez ama size onu affetme ve anlama imkanı sunar.
Ebeveyn olmak annenizle ilgili düşüncelerinizi değiştirebilir.
Bir gün çocuk sahibi olup anne babaya dönüştüğümüzde kendi çocukluğumuzda asla görmediğimiz ve farkına varmadığımız anları anlamaya başlarız. Çocuklarımızın bizim üzerimizde yarattığı stresi, yorgunluğu anlar, anne babalarımız ile belki de ilk defa empati kurarız. Örneğin, çocukken erkenden yatağa gönderilmekten nefret ediyor, biz uyduktan sonra anne babalarımızın ne yaptığını merak ediyorsak bunu sadece anne baba olduktan sonra anlarız. Çocuklar yatağa gidince kendine ait bir zaman dilimine sahip olmanın lüksünü ve bu ihtiyacı anlayabilmemiz için anne baba sorumluluğunu almış olmak önemlidir.
Anneniz artık yanınızda olmasa da onunla olan ilişkinizi düzeltebilirsiniz.
Anne baba oldunuz ve artık annenizin penceresinden hayatı görmeye başladınız. Ama maalesef bu deneyimlerinizi paylaşacağınız bir anneniz yok. Ne yapacaksınız? Hayatta olmasını ve işleri onun bakış açısından gördüğünüzü söyleyememek sizi sıkıntıya sokabilir. Böyle bir durumda kendinize yeni bir otorite figürü bulmalısınız. Aile büyüklerinizden biri ile konuşabilirsiniz. Ya da terapistlerden, yaşam koçlarından yardım alabilirsiniz.
Unutmayın! Annenizle ilişkinizi düzelttiğinizde sadece onunla olan ilişkinizi değil, arkadaşlarınız, eşiniz, çocuklarınız ve kendinizle olan ilişkinizi de iyileştirirsiniz.
Depresyonda mıyım? Depresyonda olduğumu nasıl anlarım? Sorularına cevap arıyorsanız önce bu yazıya göz atın ve mutlaka bir profesyonelden görüş alın.
Depresyon nedir?
Depresyon kişinin kendini sürekli mutsuz, çaresiz ve değersiz hissettiği, zevk aldığı aktivitelere ilgisini kaybettiği bir duygu durum bozukluğudur. Kişi aşırı ya da az uyur, aşırı ya da az yemek yer, aynı zamanda intihar ve ölüm üzerine düşüncelere sahip olabilir. Depresyon teşhisi bu belirtilerin iki haftadan fazla sürmesi durumunda bir uzman tarafından konulur. Depresyon belirtileri ve hasta hikayesini inceleyen uzman depresyon ilaçları ve terapisini önerebilir. Depresyon tedavisi mümkün olan bir bozukluktur.
Depresyon nedenleri arasında birçok farklı nokta bulunabilir. Depresyon türleri de nedenleri gibi çeşitlilik gösterir. En sık rastlanan 7 depresyon türünü sizin için derledik.
Majör Depresyon Nedir?
Klinik depresyondan bahsedildiğinde genellikle majör depresyon akla gelir. Bu depresyon türünde belli başlı belirtiler iki haftadan uzun süre gözlenir. Majör depresyon belirtileri, depresif ruh hali, zevk alınan aktivitelerden uzaklaşma, kilo değişiklikleri, uyku değişiklikleri, bitkinlik, suçlu ve değersiz hissetme, odaklanmada zorluk ve ölüm ve intihar üzerine düşünceler olarak sıralanabilir. Majör depresyon tedavi edilmezse ortaya ciddi sonuçlar çıkabilir.
İnatçı Depresyon Nedir?
Distimik Bozukluk olarak da bilinen inatçı depresyon, depresyon belirtilerinin en az iki senedir devam etmesi durumunda tanısı konabilen bir bozukluktur. Bu bozukluk kişi farkına varmadan çok uzun yıllardır devam ediyor olabilir. İnatçı depresyon hafif, orta ve ağır şiddette görülebilir.
Bipolar Bozukluk Nedir?
Bipolar bozuklukta kişi farklı periyodlar halinde manik ve depresif dönemler yaşar. Manik dönemler hafif geçebilir. Ağır şiddette yaşanan manik dönemler ise hastanın hayatında büyük etkiler yaratır, bazı hastaların hastaneye yatırılması gerekebilir. Manik dönemleri majör depresyon epizotları izler. Bu dönemin belirtileri arasında bitkinlik, insomnia, uyuşukluk, açıklanmayan ağrılar, kendine güveni kaybetmek, umutsuzluk, kaygı ve karar verememek gibi belirtiler yer alır.
Hamilelik Sonrası Depresyon Nedir?
Pospartum depresyonu olarak da bilinen hamilelik depresyonu, yeni anne olan kadınlarda rastlanan bir depresyon türüdür. Kadınlar yeni anne olduklarında, hormonlardan duygulara dek birçok büyük değişim yaşarlar. Bu durum annelerde birkaç hafta sürecek ruh hali değişikliklerine neden olur. Bu ruh hali değişikliklerinin birkaç haftadan uzun sürmesi hamilelik depresyonu belirtisi olabilir. Hamilelik sonrası depresyonu hızla müdahale edilmesi gereken bir depresyon türüdür.
Mevsimsel Depresyon Nedir?
Kış aylarında depresif ve uykulu hissediyor, kilo alıyor, baharın gelişiyle kendinizi son derece iyi hissediyorsanız, mevsimsel depresyon yaşıyor olabilirsiniz. Mevsimsel depresyon, genellikle kişinin normal vücut saatinin rahatsız olması ile tetiklenir. Mevsimsel depresyon teşhisi konabilmesi için kişinin bu belirtileri 2 sene her mevsim geçişinde yaşaması gerekir. Mevsimsel depresyon tedavisi için ışık terapisi kullanılabilir.
Premenstrüel Disforik Bozukluk
Premenstrüel Disforik bozukluk adet kanaması yaklaşırken kadınların yaşadığı fiziksel ve ruhsal sıkıntılara verilen addır. Kadınlar regl öncesi tahammülsüz, bitkin, kaygılı, yemeğe düşkün olabilir. Premenstrüel Disforik Bozukluk bu durumdan farklıdır. Kadınlar regl öncesi semptomların yanı sıra aşırı bitkin, üzgün, çaresiz, aşırı stresli ve kaygılı hissedebilir. Yeme atakları, ağlama krizleri yaşayabilirler. Premenstrüel Disforik Bozukluk tedavisi için hormon tedavisi ve antidepresan da kullanılabilmektedir.
Atipik Depresyon
Atipik depresyon aynı zamanda maskeli depresyon olarak da adlandırılabilir. Kişi aşırı yeme, aşırı uyuma ve reddedilmeye karşı aşırı hassas olmak gibi depresyon belirtileri göstermesine rağmen olumlu bir durumda hiçbir şeyi yokmuş gibi davranabilir. Atipik depresyon belirtileri arasında aşırı yeme ve kilo alma, aşırı uyuma, bitkin ve zayıf hissetme, reddedilmeye karşı yoğun hassasiyet taşıma, aşırı tepkili ruh halleri sayılabilir.
bilir. Ya da vücudunda fiziksel bir rahatsızlık bulunabilir. Panik atak belirtisi olarak görülen şeyler aslında başka bir hastalığı işaret ediyor olabilir. Kişinin panik atak olup olmadığına ciddi bir fiziksel ve ruhsal muayeneden sonra, uzmanlar karar vermelidir.
Hastalar tarafından panik atak krizi olarak da adlandırılan panik atak anlarında kişilerde birden çok belirti görülür. Panik atak şikayeti olanlarda aşağıda sıraladığımız bu belirtilerden dört ya da daha fazlası aynı anda görülür.
- Çarpıntı. Kişinin kalp atımını duyması.
- Nefes darlığı, nefes alamama, boğulma hissi.
- Göğüste ağrı ve aşırı sıkıntı.
- Terleme ya da üşüme.
- Titreme.
- Karnın ağrıması ya da mide bulantısı
- Kontrolünü kaybedecekmiş gibi hissetme.
- Bayılacakmış gibi hissetme, baş dönmesi, sersemlik hissetme.
- Ölüm korkusu
- Uyuşma, karıncalanma
- Kendine ya da etrafındaki kişilere dair tuhaflaşma ya da değişme hissetme
Yukarıda sıralanan panik atak belirtilerini ara ara tekrarlayan bir şekilde yaşayan kişilerde beklenti anksiyetesi, yani beklenti kaygısı oluşur. Kişi panik atak esnasında hissettiği rahatsız edici belirtileri yeniden yaşayacağını düşünerek sürekli vücudunu dinlemeye başlar. Panik atak esnasında yaşadıklarına benzer şeyler yaşarsa hemen doktora gider ya da ilaç alır. Bu durum aslında panik atak bozukluğu ile mücadele etmesine engel olur.
Panik atak kalp krizi ile en çok karıştırılan rahatsızlıklardan biridir. Panik atak sahibi kişi, yaşadığı atak esnasında öyle belirtiler gösterir ki etrafındaki kişiler onun gerçekten kalp krizi geçirdiğini düşünebilir. Kalp krizi belirtileri ile panik atak belirtileri arasında paralellikler olsa da ikisi farklı şeylerdir ve farklı tedaviler ister.
Panik Atak Nedenleri
Panik atak nedenleri nelerdir sorusuna verilecek tek bir cevap yoktur. Bazen aynı ailede birden çok kişide görülebilen panik atak bazen de kişinin hayatındaki büyük değişikliklerle ilgilidir. Örneğin, üniversiteden mezun olma, yeni bir işe başlama, yeni bir şehre taşınma, evlilik, bebek sahibi olmak gibi kişinin yaşamında kökten değişikliklere sebep olan olaylar, panik ataklara da sebep olabilirler. Ayrıca sevdiği birini kaybetme, boşanma ya da işten kovulma gibi aşırı stres yaratan durumlarda panik atakları tetikleyebilir.
Panik atak sebepleri arasında fiziksel problemler de yer alabilir. Hipertiroidi, hipoglisemi, ufak kalp rahatsızlıkları da panik atak sebepleri arasında sıralanabilir.
Panik Atak Nasıl Engellenir?
Panik atak sahibi kişinin panik atak tedavisi görmesi şarttır. Ancak panik atağı tetikleyen durum ve olaylardan uzak durmaya çalışmak ya da bunları anlamak da kişiye yardımcı olacaktır. Panik atak tetikleyici durumları;
- Kafein, sigara, alkol ve belli uyuşturucu türleri panik atağı tetikleyebilir.
- Yanlış beslenme alışkanlıkları kan şekeri üzerindeki olumsuz etkisiyle panik atağa sebep olabilir.
- Sindirim sisteminde yaşanan problemler panik atağa sebep olabilir.
- Nefes alış verişte sıklaşma panik atak tetikleyicisi olabilir.
- Bedendeki herhangi bir ağrılar panik atağı başlatabilir.
- Kullanımının ilk haftalarında antidepresan ilaçlar panik atakları tetikleyebilir.
Panik Atak Nasıl Geçer?
Panik atak hastalığı panik atak tedavisi ile geçer. Öncelikle kişiye bir uzman tarafından teşhis konması gerekir. Uzman kişi hastanın durumuna göre panik atak ilaçları kullanmayı tercih edebilir. Terapi ile panik atak ilaç tedavisi bir arada yürütülebilir. Panik atak hastalarının iyileşme süresi kişiden kişiye değişebilir. Hastalık tedavi edilmezse kişilerde depresyon ya da alkol ve madde bağımlılığı gibi sonuçlar ortaya çıkabilir.
Panik atak tedavisi Konya merkezli Psikon Terapi tarafından verilmektedir.
Kendinize güveninizi zaman zaman kayıp mı ediyorsunuz?
Özellikle önemli bir toplantı öncesinde, bir iş görüşmesinde, belki de ilgi duyduğunuz kişiyle buluşurken kendinize güvenme ve olumlu bir etki mi bırakmak istiyorsunuz?
O zaman bu yazıya dikkat edin. Size kendinize güveninizi artırmak için bilimsel kanıtlara dayanan birkaç yol tavsiye edeceğiz:
1. Dik Durun
Doğru postürle, dik bir şekilde durmak, kişinin kendine güvenini karşısındakine en iyi şekilde gösterdiği işaretlerin başında geliyor. Psychological Science’da yayınlanan bir çalışmaya göre dik durmak ve sağlam bir postüre sahip olmak sizin kendinize daha çok güvenmenize sebep oluyor. Ayrıca duruş şekli kişinin kendine güven duygusunu artıran testosteronu da çoğaltıyor.
2. Eski Rap Albümleri Dinleyin
Bir teklif sunmadan ya da kendinize daha çok güvenmek istediğiniz bir şeyi yapmak üzereyseniz hemen eski rap albümlerinden birini dinleyin. Yapılan araştırmalara göre bas seslerin ağırlıkta olduğu melodiler kişinin kendine daha çok güvenmesini sağlıyor.
3. Güçlü Olduğunuz Bir Anı Anımsayın
Aile ortamında nasıl olduğunuzu, iş görüşmesinden nasıl başarıyla çıktığınızı, çok korktuğunuz bir sunumu herkesi etkileyerek bitirdiğiniz o anlar aslında çok kıymetli Experimental Social Pyschology’de yayınlanan bir çalışmaya göre, kişinin kendini güçlü ve başarılı hissettiği anları hatırlaması, yapacağı yeni işte ya da girişimde daha kendine güvenli hissetmesine neden oluyor.
4. Sabah Ritüelinizi Zevke Çevirin
Günün ilk dakikaları belki de en az özen gösterdiğimiz anlar. Ancak aslında bu dakikalar sizin gün boyu ortaya koyacağınız performans için büyük önem taşıyor. İş için hazırlanmaktan kahvaltı etmeye, günün ilk dakikalarını kendinizi şımartacağınız zevkli anlara çevirin. Böylece düşüncelerinizi durultarak, gün boyu kendinize daha çok güven duyun.
5. Kıyafetlerinizi Akıllıca Seçin
Kıyafetlerinize önem vermiyor başkalarının kıyafetleri ile de pek ilgilenmiyor olabilirsiniz. Ancak aslında kıyafetlerin düşündüğünüzden daha büyük önemi var. Yapılan bir deneye göre kişilerin bir kısmına doktor önlüğü giydirilmiş, bir kısmına ise giydirilmemiş. Ve yapılan kendine güvene yönelik yapılan testlerde doktor önlüğü giyen kişilerin daha başarılı oldukları gözlenmiş. Konu kendine güvene gelince kaliteli ve kişiyi olduğundan daha güçlü gösteren kostümler öne çıkıyor.
6. Kaslarınızı Esnetin
Yapılan çalışmalara göre kaslarınızı iyice esnetmek sizi en mutlu hissettiğiniz halinize yaklaştırıyor. Güçlü bir duruşa sahip olmanızı sağlarken, kan akışınızı iyileştirmenin yanında kendinize duyduğunuz güveni de artırıyor. Tüm bunlara ek olarak esneme hareketleri yapmak sakinleşmenize de yardımcı oluyor.
7. Becerilerinizi Cilalayın
Yapılan çalışmalara göre, ikinci bir dil öğrenmek, sanat alanında bir ders almak, matematik bilgilerinizi tazelemek gibi becerilerinizi artırma ya da cilalamaya yönelik çabalarınız hayattan aldığınız zevki çoğaltmakla kalmıyor, kendinize olan güveninizi de fazlasıyla artırıyor.
Panik atak türleri ve belirtilerini ele almadan önce Panik Atak Nedir? Sorusuna cevap vermek gerekir. Panik atak, kişide ortada gerçek bir neden yokken aniden gelişen dehşet, korku ya da endişeye verilen addır. Panik ataklar genellikle birden ortaya çıkar ve 10 dakika gibi bir süre içerisinde zirveye ulaşarak sonlanır. Bazen panik ataklar art arda yaşanabilir.
Panik Atak Türleri
Panik atak türleri için belli başlı 3 tür sayılabilir;
1. İlk panik atak türü aniden ve hiçbir belirti vermeden gelişen panik atak olarak adlandırılabilir. Bu tür panik ataklarda kişinin içinde bulunduğu durum ya da çevresel faktörler panik atağa neden olmaz. Öyle ki bu tür panik ataklar uykuda bile yaşanabilir.
2. İkinci panik atak türü kişinin içinde bulunduğu durum nedeniyle ortaya çıkar. Panik atak yaşayan kişi bu durumu ve tetikleyiciyi fark edebilir. Kişinin panik epizodunu tetikleyen durum oldukça belirgin olduğu için kişi panik ataktan kaçınma davranışı gösterebilir. Örneğin kapalı mekan korkusu olan bir kişi, bir asansöre bindiğinde ve hatta binmeyi düşündüğünde bile panik atak yaşayabilir.
3. Üçüncü panik atak türü kişinin duruma bağlı olarak yaşadığı kaygı sonrasında panik atak olarak yaşaması olarak açıklanabilir. Kişi panik atağını tetikleyen durumların sürecinde değil sonrasında panik atak yaşayabilir. Örneğin sosyal ortamlardan korkan ve kaygılanan kişi, sosyal bir ortamda değil de bu ortamdan ayrıldıktan sonra panik epizot geçirebilir.
Panik Atak Belirtileri
Panik atak teşhisi nasıl konur sorusuna verilecek en iyi cevap, kişinin panik atak yaşadığı esnada aşağıda yer alan bazı semptomların en az dördünü deneyimlemesidir. Bu kriterlere uygun kişilere panik atak teşhisi konulabilir.
Panik atak belirtileri arasında;
- kalbin hızla çarpması, çarpıntı, kalp atımının hızlanması,
- titreme ya da sarsılma,
- terleme
- gerçeklikten kopmuş gibi hissetme, çevresindeki kişilerden ayrı hissetme,
- nefes darlığı ya da nefesin kesildiğini hissetme,
- uyuşukluk ya da karıncalanma,
- soğuk ya da sıcak basması hissi,
- boğuluyormuş gibi hissetme,
- göğüs ağrısı ya da göğüs bölgesinde rahatsızlık hissetme,
- mide bulantısı, karın bölgesinde ağrı,
- baş dönmesi, sersemleme, ayakların yerden kesilmesi hissi,
- kontrolü kaybetmekten ya da aklını kaçırmaktan korkma,
- ölmekten korkma sayılabilir. Kişi bu belirtilerden dördünden daha azını yaşıyorsa o kişiye sınırlı belirtili panik atak teşhisi de konulabilir.
Panik Atak ve Panik Bozukluk Aynı Rahatsızlık mıdır?
Yukarıda sayılan belirtileri hayatınız boyunca bir kez ya da birkaç kez deneyimlemiş olabilirsiniz. Anormal durumlarda ya da nadir yaşanan travmatik yaşam deneyimlerinde panik atak belirtilerini yaşamış bir daha da bu belirtilerle hiçbir zaman karşılaşmamış olabilirsiniz.
Bir ya da birkaç kez panik atak yaşadığınız için panik bozukluğa sahip olduğunuzu düşünebilirsiniz. Ancak aslında her insan hayatının bir döneminde bir panik atak yaşayabilir. Panik bozukluk bu durumdan oldukça farklıdır. Panik bozuklukta ataklar ilaç, alkol, tıbbi ya da psikolojik durumla tetiklenmez. Yaşadığınız bazı psikolojik rahatsızlıklar da panik bozukluğun belirtilerine benzeyebilir. Hatta fiziksel rahatsızlıklarınız bile üzerinizde panik atak etkisi bırakabilir.
Kişinin kendi kendine teşhis koyması her rahatsızlıkta olduğu gibi panik atakta da oldukça yanlıştır. Eğer yukarıdaki belirtileri yaşıyorsanız muhakkak bir uzman tarafından değerlendirme isteyin. Böylece panik bozukluk değil de farklı bir tıbbi durumun içindeyseniz daha hızlı yardım alabilir, yaşadığınız şey gerçekten panik atak ise profesyonel desteğe daha etkili bir şekilde ulaşabilirsiniz.
Panik atak tedavisi Konya merkezli Psikon Terapi Kliniğimizde sizleri bekliyor. Unutmayın!
Panik Atak özellikle son 10 yılda insanlar tarafından daha yaygın olarak bilinen bir rahatsızlık. Bu rahatsızlık kişinin aniden ve hiç fark etmeden büyük ve kontrol edilemez bir endişe, dehşet veya korku duymasına verilen isimdir. Atak şeklinde yaşanan bu durum yaklaşık 10 dakika sürer. Kişinin panik atak yaşaması doğal korku ve kaygılardan farklıdır. Çünkü kişi panik atağı herhangi mantıklı ve gerçekçi bir tehdit olmaksızın yaşar. Tetikleyicilerin bazen farkında olsa da bazen hiç fark etmeden panik atak yaşamaya başlar. Panik atak nedenleri ve panik atak tedavisi ile oldukça karmaşık süreçlerdir ve belki de hiç duymadığınız özelliklere sahiptir. İşte panik atak hakkındaki bu ilginç gerçekleri sizin için bir araya getirdik!
1. Uykudayken de Panik Atak Yaşayabilirsiniz.
Kulağa tuhaf gelse de uyurken panik atak yaşamak mümkündür. Gece ortaya çıkan panik ataklar kişiyi uykusundan uyandırır. Gece atakları ile gündüz atakları benzerlik gösterebilir. Tıpkı gündüz yaşanan epizotlarda olduğu gibi titreme, aşırı terleme, göğüs ağrısı gibi belirtiler yaşatabilir. Bu belirtilerin yanı sıra kişi uyanır uyanmaz nefes darlığı da deneyimleyebilir.
Gece yaşanan panik ataklarda yoğun korku ve dehşet hissi öne çıkar. Kişi kendini kontrolü kaybedip çıldıracakmış gibi hissedebilir. İçinde bulunduğu çevresel ortama yabancı ve hissedebilir. Rüya gördüğüne ya da uzak bir noktadan kendini izlediğine inanabilir. Gece yarısı yaşanan panik ataklar kişinin günlük hayatında yorgun hissetmesine neden olabilir. Uykusuzluk yüzünden iş ve özel hayattaki görev ve sorumluluklar sekteye uğrayabilir.
2.Panik Atak Yaşamak Panik Bozukluğunuz Olduğu Anlamına Gelmez.
Panik atak, panik bozukluğun ayırıcı özelliklerinden biridir. Ancak kişiler sadece panik bozuklukları olduğunda panik atak yaşamazlar. Bazı zihinsel rahatsızlıklar da kişinin panik atak yaşamasına neden olabilir. Kapalı yer korkusu gibi kaygı bozuklukları, özel fobiler, travma sonrası stres bozukluğu, obsesif kompülsif bozukluk, depresyon ve bipolar bozukluk gibi rahatsızlıklar da kişinin panik atak yaşamasına neden olabilir. Bu zihinsel rahatsızlıkların yanı sıra bazı davranış bozuklukları ve ilaç kullanımı kişinin panik atak yaşamasına sebep olabilir.
3. Doğru Yaşam Stili Panik Atakla Baş Etmenize Yardım Eder!
Doğru beslenme ve düzenli egzersizin vücudumuza olan sayısız faydalarından biri de zihinsel sağlımıza yaptığı katkıdır. Yapılan çalışmalara göre düzenli egzersiz kişinin stres ve kaygı seviyesini, buna bağlı gerginliğini ve vücuttaki gerilimi azaltır. Böylece panik atak epizotları seyrekleşebilir. Kafein, alkol ve MSG’nin fazla kullanımı da kaygı ve panik atakları çoğaltabilir.
4. Panik Ataklar Hem Tahmin Edilebilir Hem de Tahmin Edilemez!
İki tür panik atak bulunur. Bunlardan biri önceden kendini hissettiren ve tahmin edilebilen panik atakları işaret ederken diğeri birden bire, hiçbir işaret vermeden gerçekleşen panik atakları tanımlamayı amaçlar. Tahmin edilebilir panik ataklarda kişinin panik atağını tetikleyen belli başlı etkenler bulunur. Örneğin yüksekten korkan biri yükseğe çıktığında panik atak yaşar. Aniden ortaya çıkan panik ataklarda tetikleyici genellikle kaygı ve korku dolu düşünceler, travmatik olayalar olarak dikkat çeker. Aniden çıkan panik ataklar genellikle panik bozuklukla ilişkilendirilirler.
5. Fobilerinizden Kaçınmak Korkularınızı Çoğaltabilir
Birçok panik atak hastası olası bir atağı yaşamamak için kaçınma davranışına sığınır. Kalabalıktan fobisi olan biri alışveriş merkezine girmekten, uçma fobisi olan biri uçağa binmekten kaçınabilir. Panik atak yaşamamak için tüm tetikleyicilerden uzak durmaya çalışmak mantıklı görülebilir. Ancak uzun vadede bu kişinin hayatın tüm alanlarından elini eteğini çekmesine neden olabilir. Kişinin hayattan zevk almasına engel olur. Ayrıca kişinin fobilerinden kaçınması onun zannettiğinin tam aksine kaygı ve korkularını daha fazla beslemesine neden olur.
İşiniz çok yoğun.
Ev işleri her köşeye sinmiş yapılmayı bekliyor.
Üstelik bir de çocuklarınız var.
Kendinize bile zor zaman ayırırken ailenize, sevdiğiniz dostlarınıza zaman ayırmak imkansız gibi mi geliyor?
O zaman sevdiklerinize zaman ayırmanın bir yolunu bulmak için bu faydalı önerilere göz atın.
1. Gözünüzde Büyütmeyin
Arkadaşlarınız ya da aile büyüklerinizle zaman geçirmek için her zaman büyük planlar yapıyorsanız bundan vazgeçin. Onları evinizde ağırlamak için birkaç gün süren hazırlıklar yapıyorsanız, dışarıda buluşmak için herkese uygun bir mekan seçmek için çok vakit harcıyorsanız bu alışkanlıklarınızı bırakın. Birlikte vakit geçirmek istediğiniz arkadaşlarınızı eve çağırın. Büyük hazırlıklar yapmadan bir kahve ya da bir bardak çay içerek de vakit geçirebilirsiniz. Önemli olan birbirinizi görmek bunu unutmayın.
2. Önceden Ödeyin
Eğer sevdiğiniz arkadaşlarınızla vakit geçirmeyi sürekli erteliyorsanız, planlarınızı ve gerekli ödemeleri yapmak işinize yarayabilir. Çok önceden aldığınız tiyatro ya da sinema biletleri söz konusu olunca buluşmalarınızı ertelemek daha zor olacaktır.
3. Takviminize Ekleyin
Takvimde doktorla randevunuzu gördüğünüzde ne yapıyorsunuz? Elbette bu randevuya öncelik veriyorsunuz. Tıpkı doktor randevuları gibi arkadaşlarınızla geçireceğiniz zamanları da takviminize not edin ve buna göre öncelik verin.
4. Ev İşlerini Birlikte Halledin
Hem alışveriş yapmanız gerekiyor hem de arkadaşınızı görmek mi istiyorsunuz? O zaman ona birlikte alışverişe gelmek isteyip istemediğini sorun. Böylece bir yandan alışveriş yaparken bir yandan da onunla vakit geçirmiş de olursunuz.
5. Öğle Tatillerinizi Boşa Harcamayın
Öğle yemeğinizi işte mi yiyorsunuz? Bu hafta bir gün öğle tatilinizi dışarıda geçirin. İş yeri size yakın olan arkadaşlarınızı da bu plana dahil edin. Böylece kısacık bir zaman da olsa öğle tatilinizi arkadaşlarınızla birlikte geçirebilirsiniz.
6. Rutin Haline Getirin
Arkadaşlarınızla geçireceğiniz zamanı rutin haline getirirseniz planlama yaparken o zamanı otomatik olarak sevdiklerinize ayırabilirsiniz. Mesela Pazar günleri birlikte kahvaltı etmek, Perşembe akşamları birlikte kahve içmek gibi bir rutininiz olursa, her hafta düzenli bir şekilde görüşür ve diğer planlamalarınızı da bu rutine göre yaptığınız için panik olmazsınız.
7. Yapmanız Gerekenleri Birlikte Yapın
Bu hafta hiç boş vaktiniz yok ve kendinize ayırabildiğiniz tek zaman spor zamanı mı? Arkadaşınıza bu durumu anlatın ve ona birlikte yürüyüş yapmak isteyip istemediğini sorun. Böylece hem sporunuzu yapmış hem de arkadaşınızla sağlıklı zaman geçirmiş olursunuz.
8. İşten Hemen Sonra Görüşün
Arkadaşlarınızla görüşmek için hazırlanıp evden çıkmak zor mu geliyor? O zaman işten çıkar çıkmaz buluşun. Böylece ekstra vakit kaybetmez, bu vakti de arkadaşlarınızla geçirebilirsiniz.
9. Telefonla Konuşun
Ne yaparsanız yapın arkadaşınıza ve sevdiklerinize vakit ayıramıyor musunuz? O zaman teknolojinin nimetlerinden faydalanın. Arkadaşınızı ya da aile büyüklerinizi arayıp onlarla sohbet ederken kulaklık kullanın. Bir taraftan da temizlik, çamaşır, yemek gibi günlük yapılması gerekenleri halledin.
Sosyal Fobi olarak da adlandırılan Sosyal Kaygı Bozukluğu en sık rastlanan kaygı bozukluklarından biridir. Sosyal kaygı bozukluğuna sahip kişiler, sosyal durumlarda endişeli ve rahatsız hissederler. Kendilerini küçük duruma düşürmekten ve rezil etmekten korkarlar. Başkalarının onlar hakkında kötü şeyler düşüneceğini düşünürler.
GENEL VE SPESİFİK SOSYAL KAYGI BOZUKLUĞU
Sosyal kaygı sadece topluluk önünde konuşmaktan korkmak gibi spesifik bir kaygı olabileceği gibi genel bir kaygı bozukluğu olarak da görülebilir. Hayatın genelinde görülen sosyal kaygı bozukluğunda kişi çoğu sosyal durumda kendini suçlar, depresif olur, utanç duyar, kararsızlıklar yaşar.
SOSYAL FOBİSİ OLAN KİŞİLER NELERDEN KAÇINIR?
Sosyal kaygı bozukluğu yaşayan kişiler;
- Başkalarıyla tanıştırılmaktan,
- Eleştirilmekten ya da dalga geçilmekten,
- Dikkat odağı olmaktan,
- Bir şeyler yaparken izlenmekten,
- Yetkili ve önemli kişilerle tanışmaktan,
- Özellikle yabancıların katıldığı etkinliklerden,
- İkili ilişkilerden kaçınırlar.
SOSYAL FOBİNİN GETİRDİĞİ OLUMSUZ DÜŞÜNCELER
Sosyal Kaygı Bozukluğu yaşayan kişiler genellikle “söyleyecek hiçbir şey bulamayacağım”, “herkes ne kadar tuhaf olduğumu düşünecek”, Aptalca bir şey söyleyeceğim.”, “Herkes heyecanlı olduğumu anlayacak.”, “Beni sevmeyecekler.”, “Herkes aptal olduğumu düşünecek.”, “Birini gücendireceğim.” Gibi düşünceler taşırlar.
SOSYAL KAYGI BOZUKLUĞUNUN FİZİKSEL ETKİLERİ
Olumsuz düşünceler genellikle aşağıdaki fiziksel tepkileri de beraberinde getirir;
- titreme,
- kızarma,
- mide bulantısı,
- kalp çarpıntısı,
- nefesin kesilmesi,
- sesin titremesi sosyal kaygı bozukluğu yaşayan kişilerde sıklıkla rastlanan belirtilerdir.
SOSYAL FOBİ TEDAVİSİ EDİLEBİLİR Mİ?
Sosyal fobi tedavi edilebilen bir kaygı bozukluğudur. Özellikle bilişsel davranışçı terapi ile sosyal kaygı bozuklukları iyileşme gösterebilmektedir. Doğru terapisti bularak, terapi seanslarına düzenli devam etmeniz durumunda sosyal fobinizin üstesinden gelebilirsiniz. Bize telefon ya da mail yoluyla ulaşabilirsiniz. Unutmayın!
Özel bir öğrenme güçlüğü olan disleksi, teşhisi mutlaka uzmanlar tarafından konulması gereken bir problemdir. Bir ya da iki belirti çocuğunuzun disleksi olduğunu göstermez. Ancak birden çok belirti aynı anda görülüyorsa muhakkak bir profesyonele danışmanız gerekmektedir.
Disleksi her yaştan kişide görülebilir. Disleksinin belirtileri de her yaşa göre farklılık gösterir.
Okul Öncesi Çocuklarda Disleksi Belirtileri
- Birçok yaşıtından daha geç konuşmak,
- Yaşıtlarına göre kelimeleri telaffuz etmekte daha çok zorlanmak,
- Kelime hazinesine yeni kelime eklemekte ve doğru kelimeyi hatırlamakta zorluk çekmek,
- Harfleri, renkleri, haftanın günlerini, şekilleri, kendi ismini söylemeyi ve yazmayı öğrenme konusunda güçlük çekmek,
- İnce motor becerileri öğrenmede yavaşlık; örneğin, kalem tutmayı, fermuar ve düğmeleri kapatmayı, dişlerini fırçalamayı yaşıtlarına göre daha yavaş öğrenmek
- Sözcüklerdeki sesleri ayırt etmede zorluk yaşamak
Ana Okuldan 4. Sınıfa Dek Disleksi Belirtileri
- Kelimeleri tek başınayken okumada zorluk çekmek,
- Harfler ve sesler arasındaki bağlantıları öğrenmekte yavaşlık,
- Kısa sözcükleri birbirine karıştırmak,
- Harfleri ve kelimeleri okurken hep aynı hataları yapmak.
5. Sınıftan 8. Sınıfa Dek Disleksi Belirtileri
- Beklenenin alt seviyesinde okuma yapabilmek,
- Önekler, sonekler ve kelime kökleri gibi okuma ve yazma kurallarını öğrenmede yavaşlık,
- Kelimeleri hecelemekte zorluk çekmek, aynı kelimeyi farklı sayfalarda farklı şekillerde hecelemek,
- Yüksek sesle okuma yapmaktan kaçınmak,
- Matematikte kullanılan kelimelerde zorlanmak,
- El yazısı yazmakta zorlanmak, okunmaz bir yazıya sahip olmak, kalemi tutarken farklılıklar göstermek,
- Yazı yazmaktan kaçınmak
Lise ve Üniversite Çağı Disleksi Belirtileri
- Birçok hata yaparak çok yavaş okumak,
- Aynı paragrafta birden çok kez yer alan bir sözcüğü her defasında farklı telaffuz etmek,
- Okuma ve yazma içeren sınavlardan kaçınmak, okuma yazma içeren ödevleri sürekli ertelemek,
- Dersleri için özet ödevlerini yapmada zorluk çekmek,
- Okuma ve yazma dersleri için aşırı derecede çalışmak,
- Zayıf hafızalı olmak ve yapması gereken ödevleri beklendiğinden daha geç bitirmek,
- Yetersiz kelime hazinesine sahip olmak ve okuduklarından yeterli bilgiyi akılda tutamamak
Yetişkinlerde Disleksi Belirtileri
- Okuma problemlerini gizlemek,
- Hecelemede problem yaşamak ve başkalarının hecelemesine güvenmek,
- Yazmaktan kaçınmak ve ya tümden yazı yazmamak,
- Bilgileri okumak yerine hafızasına güvenmek,
- Mühendisler, mimarlar, tasarımcılar, zanaatkarlar, fizikçiler, cerrahlar gibi uzaysal düşünme yeteneğine sahip olmak,
- Kendi entelektüel yeteneklerinin altında bir işte çalışmak,
- Planlama ve organizasyonda sıkıntılar yaşamak,
Yemek yemek sizi rahatlatıyor, mutlu ediyor ve sıkıntılarınızdan uzaklaşmanızı mı sağlıyor? Stresli bir günün ardından eve döndüğünüzde farkına bile varmadan ihtiyacınızdan olan fazla yemek tükettiğinizi mi fark ediyorsunuz? O zaman sağlıklı beslenmeyle barışmak için bu yazıyı mutlaka okuyun!
Yemek bağımlılığının altında birden çok sebep bulunabilir. Bazılarımız bize mutlu hissettirdiği ve tatmin olduğumuz için, bazılarımız korku, kaygı ve öfkeyle baş etmek için yemek yemeye sığınıyoruz. Bu duygusal yeme durumu o anda bizi mutlu etse de sonrasında birçok sorunu beraberinde getiriyor. Bir tabak çikolatalı pasta içimizdeki üzüntüyü yok etmez, cipsler, tatlılar, pizzalar kızgınlığımızı geçirmiyor. Tam tersine sonrasında fiziksel ve duygusal sorunlar yaşamamıza neden oluyor. Pişmanlık ve üzüntü, yeme ataklarımızı takip ediyor. Peki tüm bunları bildiğimiz ve defalarca deneyimlediğimiz halde neden hala yeme bağımlılığımızın kurbanı oluyoruz?
Belki de cevap beslenmeye olan bakış açımızı değiştirmekten geçiyor. Yemek yemek nedir Ne işe yarar? Bir gıda ne için vardır sorularını kendimize sorarak, duygusal yemek yeme alışkanlığımızdan kurtulmak için bir adım atmalıyız.
Aşağıdaki maddelerden oluşan manifesto ile sağlıklı beslenmeyi benimsemek için bir adım atmaya ne dersiniz?
1. Yemek vücudumu beslemek için var. Dünyadaki tüm diğer insanlar gibi benim de yemek yemeye sadece bedenimi ve beynimi beslemek için ihtiyacım var.
2. Yemek yemekten haz almalıyım. Taze, sulu, tatlı, tuzlu ve zengin besinleri hak ediyorum.
3. Yemekler iyi ya da kötü değildir. Fazla izlenmiş, içerisinde çokça şeker, yağ ve tuz bulunan gıdalar beynim tarafından ödül gibi algılanıyor. Arada sırada kendimi ödüllendirebilirim.
4. Ödül yemekleri sadece haz aldığım zararlı yiyecekler değildir. Düzgün bir şekilde hazırlanmış, güzelce tatlandırılmış her yemek lezzetlidir.
5. Yemek üreticilerinin damak tadımı laboratuvarda oluşturdukları uydurma karışımlarla manipüle etmesine izin vermeyeceğim. Çilek, ev yapımı çorbalar, taze baharatlar gibi gerçek ve lezzetli yemekleri hak ettiğimi biliyorum.
6. Diyet yapmayacağım. Benim bedenim olması gereken ağırlığı ayarlayabilecek kadar hassas bir organizma. Onun doğru çalışması için kendime yasaklar koymama gerek yok.
7. Hayattan zevk almak için yemek dışında bir şeyler bulacağım. Eğer hayattan zevk almama sebep olan tek şey yemek yemekse bu yemekleri üzerimde güç sahibi yapar.
8. Yediğim yemeğin her anından zevk almayı hak ediyorum. Kendi başıma da olsam, arkadaşlarımla ya da ailemle birlikte de yesem, sadece yemeğe konsantre olacağım. Yolda ya da TV izlerken yemek yemeyeceğim.
9. Ne yediğime ve yediklerimin vücudumu nasıl hissettirdiğine dikkat edeceğim. Böylece gerçekten aç olup olmadığımı kolayca anlayacak ve ihtiyacım olanı yediğimden emin olacağım.
10. Bundan sonra yemek istediklerimi, bedenimi doyurmak ve zihnimi güçlendirmek için yediğimi bilecek ve bu yiyecekleri yemeyi arzu edeceğim.
Kendini Geliştirmek İsteyenlere 10 Tavsiye
En sonda söyleyeceğimizi başta söyleyelim...
Hepimiz iyi bir hayata sahip olmak ve elbette daha iyi birer birey olmak istiyoruz.
İyi bir hayat ve iyi bir birey olmak için ise gelişmeye ihtiyaç duyuyoruz.
Neyse ki ,yaşımız kaç olursa olsun, hepimizde büyümeye ve gelişmeye açık bir yön var. Daha iyi bir birey, daha başarılı bir çalışan, daha iyi bir anne baba, daha iyi bir çocuk, daha iyi bir eş ya da sevgili olmak için bu yönümüzü beslememiz şart.
İşte her daim gelişmeye açık kişiler için, kolayca uygulanabilir 10 tavsiye...
1. Hayattaki hedeflerinizi tanımlayın!
Günlük hayatın içinde oradan oraya savruluyor gibi hissediyor olabilirsiniz. Bu durumun önüne geçmek sizin elinizde. Hedeflerinizi tanımlayarak doğru programlar yapabilir, uygun adımlar atarak hedefinize ulaşıyor olmanın huzurunu yaşayabilirsiniz.
2. Zorluklara göğüs germeyi öğrenin!
“Eğer kolay olsaydı herkes yapabilirdi.” sözünü unutmayın. Hedefinize giderken elbette zorluklarla karşılaşacaksınız. Bu zorluklara korkuyla yaklaşıp paniğe kapılmak yerine gerçekçi bir şekilde yaklaşırsanız çözüm yollarını daha kolay görebilirsiniz.
3. Yapılacaklar listesi yapın ve bir günlük edinin!
Gününüz hızla akıp gidiyor ve geriye dönüp baktığınızda elle tutulur hiçbir şey yapmadığınızı mı hissediyorsunuz O zaman günlük tutmak ve yapılacaklar listesi oluşturmak size fazlası ile fayda sağlayacak. Her günün yapılacaklar listesini ve hedeflerini yazdığınız bir günlük ile daha verimli zaman geçirebilirsiniz.
4. Etrafınızda pozitif bir bulut oluşturun!
Günlük hayatın sıkıntıları ve sorumlulukları arasında pozitif düşüncelerden uzaklaşabilirsiniz. Ancak hayat kalitenizi artırmak için pozitif düşünceleri, pozitif insanları, pozitif cümleleri kendinize yakın tutun. Negatif şeyler sizi çözümsüzlüğe iterken pozitif şeyler çözüme ulaştırır unutmayın.
5. Yeni bir dil öğrenin!
Yeni bir dil öğrenmek hem kişisel hayatınıza hem de kariyerinize katkı sağlar. Eğer mesleğinizde ilerlemek istiyorsanız çalışma alanınızda sıkça kullanılan bir dili hayatınıza sokabilirsiniz. Böylece mesleğinizde dev bir adım atmanız söz konusu olabilir.
6. Yeni bir hobi edinin!
Hobiler, kişilere yeni bakış açıları ve beceriler kazandırır. Uzun zamandır yapmak isteyip bir türlü başlayamadığınız hobilerden birine yönelin. Ya da yeteneğiniz olduğunu düşündüğünüz alanlarda yer alan hobilerden birine hayatınızda yer verin.
6. Kör noktalarınızı tanımlayın!
Hepimizin farkında olmadığımız zayıf yönleri bulunur. Bu yönler geliştirilmeye ve iyileştirilmeye muhtaçtır. Bir gün boyunca sizi üzen, sinirlendiren ya da geren şeylerin listesini yapın. Bu listedeki şeyler sizin zayıf yönlerinizi anlamanıza yardımcı olacaktır.
7. Daha iyi bir dinleyici olun!
İletişim hem iş, hem aile hem de özel hayatımızda kilit bir nokta. Doğru iletişimi kurmak için karşınızdakini iyi bir şekilde dinlemeye özen gösterin. Karşınızdakini doğru anlama çabanız ilişkilerinizi iyileştirmenize yardımcı olacaktır.
8. Sosyal Medya Kullanımını Azaltın!
İnsanlar günlük hayatının büyük bir bölümünü sosyal medya kanalları üzerinde gezerek ya da sohbet ederek geçiriyor. Arkadaşınızla sohbet grupları üzerinden yaptığınız konuşmalardan birini ele alın. Son konuşmanızda kaç dakika da ne kadar az şey konuştuğunuzu görünce harcadığınız zamana şaşıracaksınız. Bu alışkanlığınıza bir sınırlama koyun. Sosyal medyada geçirdiğiniz zamanı yeni hobinize, yeni dilinize ya da ailenize ayırın.
9. Erken Kalkın!
Erken kalkmak hayatında ve kendinde yenilik yapmak isteyenler için önemli bir adımdır. Erken kalktığınız günlerde öğlen saatlerine dek tüm zorunlu işlerinizi hallettiğinizi ve size kendiniz için daha çok vakit kaldığını fark edebilirsiniz. Böylece daha verimli bir gün geçirmeniz mümkün olur.
10. Kendinizi Sevin!
Kişisel gelişiminizin en önemli adımını sona sakladık. Kendinizi sevin. Tıpkı parmak iziniz gibi bu dünyada eşsizsiniz. Değerli ve biricik olduğunuzu bilin. Kendinizi sevmenize engel olan şey geçmişiniz ise geçmişinizle, korkularınız ise korkularınızla yüzleşin ve yola kendinizi olduğunuz gibi kabullenerek ve severek devam edin.
Çocuğunuzun Öğretmeni ile Konuşurken Söylememeniz Gereken 10 Şey!
Çocuğunuzun okulda yaşadığı her şeye hakim olma, yeri geldiğinde onu savunma isteğiniz oldukça anlaşılır bir istektir. Onun iyiliği ve geleceği için okuldaki yöneticiler ve öğretmeni ile iletişime geçmek, kendinizi en iyi şekilde ifade etmek elbette sizin en doğal hakkınızdır. Ancak çocuğunuzun öğretmeni ile konuşurken bazı ifadelerden kaçınmak, öğretmenle olan diyalogunuzu sağlıklı bir şekilde sürdürmeniz için faydalı olacaktır. Öğretmeniyle kurduğunuz iyi ve sağlam ilişki en çok çocuğunuza yarayacaktır.
Bu doğru iletişim yolunu açmak için öğretmenlere asla söylememeniz gereken cümleleri sizin için derledik!
1. “Oğlum sınavda ona yeterli süre vermediğinizi söylüyor. Ben meseleyi bir de sizden duymak istedim.”
“Meseleyi bir de sizden duymak istedim” demek size mantıklı ve diplomatik geliyor olabilir. Ancak bu konuşma biçiminde çocuğunuz ile öğretmenini, kavga etmiş ve barıştırmaya çalıştığınız iki kardeş gibi değerlendirmiş olursunuz. Bu da öğretmeninizin savunma konumuna geçmesine sebep olabilir. Bu cümlenin yerine, “Oğlum sınavlarda zorlanıyor gibi geliyor. Siz ne düşünüyorsunuz?” diyebilirsiniz.
2. “Oğlum derste başka şeylerle ilgileniyor, çünkü çok sıkılıyormuş.”
Söylediğiniz bu cümle hiçbir art niyet taşımadan söylenmiş olsa da karşınızdaki öğretmen bunu farklı anlayacaktır. Yani dersin sıkıcı olduğunu söylerken aslında öğretmenin ve yaptığı işin sıkıcı olduğunu da söylüyor olabilirsiniz. Bu nedenle bu cümle yerine daha net bilgiler koyun. Mesela; “Anladığım kadarıyla oğlum çarpım tablosunu öğrenmiş. Ona daha zorlayıcı bir şeyler verebilir misiniz?” diye sorabilirsiniz.
3. “Benim kızım asla yalan söylemez. Eğer size ödevini teslim ettiğini söylüyorsa etmiştir.”
Bu cümle ile çocuğunuzu savunduğunuzu düşünüyor olabilirsiniz ama aslında öğretmeninin, kızınızın ödevini kaybettiğini ya da yalan söylediğini ima ediyorsunuz. Çocukların sıkıntıya düştüklerinde yalan söyleyebildiklerini aklınızdan çıkarmadan öğretmeni ile daha yumuşak bir şekilde konuşun. Bu cümlenin yerine; “Kızım ödevini teslim ettiğini söylüyor. Ben ödeve ne oldu bilmiyorum ama sıfır almasını hiç istemiyorum. Başka bir ödev hazırlamasına izin verir misiniz?” diyebilirsiniz.
4. “Biz bir haftalığına tatile gidiyoruz. İşleyeceğiniz konuları ve notları bize verseniz de çocuğum arkadaşlarından geri kalmasa?”
Bu cümle ile sorumluluk sahibi bir ebeveyn gibi davrandığınızı düşünseniz de aslında öğretmenin işini farkına varmadan küçümsüyor olabilirsiniz. Öğretmen, işlenecek konuları çocuğunuzun kendi başına öğrenebileceğini, ima ettiğinizi düşünebilir. Ayrıca çocuklar okulda sadece konu başlıklarını öğrenmez. Çok ciddi bir mesele olmadığı sürece çocuğu okuldan uzun süre uzak tutmak iyi değildir. Ama böyle bir durumda kalırsanız öğretmenin iş yükünü çoğaltmak yerine sadece konu başlıklarını rica edebilirsiniz.
5. “Çocuğum sözel bir alan seçmek istiyor ama ben geleceği de düşünüyorum ve sayısal seçsin istiyorum.”
Anne baba olarak çocuğunuz için en iyisini istiyorsunuz. Ancak bunun için sınırlarını aşırı zorlamak mantıklı değil. Üstelik bu konudaki ısrarınıza öğretmeni de ortak etmeye çalışmanız hem çocuğunuz hem de öğretmeni üzerinde ekstra bir yüke sebep olabilir.
6. “Neden bu kadar çok ödev veriyorsunuz?”
Çocuğunuzu gözlemliyor, onun ödevler konusunda nasıl zorlandığını görüyorsunuz. Bu nedenle öğretmenine bu soruyu yöneltiyorsunuz. Ancak öğretmeniniz bu soruyu, “neden benim çocuğumun iyiliğini düşünmüyorsun?” ya da “neden işini iyi yapmıyorsun?” olarak algılayabilir. Bu nedenle bu cümle yerine; “Kızım her şeyi yetiştireyim derken çok zorlanıyor. Diğer çocuklarda aynı durumda mı merak ettim.” diyebilirsiniz.
7. “Oğlum ödevini bitiremedi çünkü okuldan sonra birçok aktiviteye katılıyor.”
Siz, patronunuza yüzme dersine gittiğiniz için işinizi yapamadığınızı söyleyebilir misiniz? Elbette hayır! Bu nedenle çocuğunuzun öğretmenine de okul sonrası aktiviteler yüzünden ödevini yapmadığını söyleyemezsiniz. Bunun yerine kendiniz için bir sistem oluşturun. 1. Sınıftaki çocuğunuza her akşam 10 dakika ödev süresi verin. 2. Sınıfa geçtiğinde 20, 3. Sınıfa geçtiğinde 30 olacak şekilde, çocuğunuz bir üst sınıfa geçtikçe ödev süresini 10 dakika artırın. Böylece hem aktivitelere hem de ödevlere zaman ayırmasını sağlayabilirsiniz.
8. “Öğretmen hanım, neden kızıma bu notu verdiniz?”
Çocuğunuzun öğretmeni ile her an yüz yüze konuşamayabilirsiniz. E posta ya da telefon mesajlaşması üzerinden iletişime geçiyor olabilirsiniz. Ancak bu iletişim yolunu aklınıza her gelen soruyu sormak için kullanmayın. Unutmayın bir öğretmenin birden çok öğrencisi var ve her öğrencinin anne babası aynı anda birçok mesaj ve e posta gönderiyor. Bu da öğretmenin size mesaj ya da e posta üzerinden kendini tam olarak ifade etmesini zorlaştırıyor. Bunun yerine konuşup konuşamayacağınızı sorun ve mümkünse yüz yüze ya da telefonla konuşmaya çalışın.
9. “Kızım ve arkadaşları artık Ayşe ile konuşmuyor. Onu arkadaş grubunda istemiyor. Bunun adı dışlamak değil, kızım kiminle isterse onunla arkadaş olur.”
Hiçbir anne baba, çocuğunun başkalarına karşı kaba veya zorbaca davranacağına inanmaz. Ancak öğretmeni çocuğunuzun sınıftaki bir arkadaşına sürekli kaba bir şekilde davrandığını söylediğinde savunmaya geçmek yerine detay isteyin. Kızınız arkadaşının arkasından mı konuşuyor, onunla dalga mı geçiyor öğrenin. Daha sonra kızınıza hiç kimseye bu şekilde davranmaması gerektiğini söyleyebilirsiniz.
10. “Müdüre sizin sınıfın yarısını sınavdan bıraktığınızı söyledim. O da gelip sizinle konuşmamı istedi.”
Bir öğretmeni kızdırmak istiyorsanız yukarıdaki cümleyi söyleyin yeter. Bir kişinin hatasını kendisiyle konuşmadan önce üstlerine iletmek oldukça yanlış bir yaklaşımdır. Öğretmeniniz çocuğunuzu tehdit edecek bir davranışta bulunmadığı sürece, yaşadığınız sıkıntıları önce onunla çözmeye çalışın. Çözülmemesi durumunda üstlerine başvurun.
“Başarı” kelimesi söz konusu olunca ilk akla gelen şey “para” oluyor?
Peki bu doğru mu?
“Başarılı bir hayat” dendiğinde hayatı boyunca çok para kazanmış biri mi geliyor aklınıza?
Yoksa başarılı bir hayatın parayla çok da ilgisi yok mu?
Elbette kişinin kendini maddi anlamda güvende hissetmesi önemli. Ancak insanın yaşlandığı zaman kendine “İyi bir hayat yaşadım mı?” diye sorduğunda alacağı cevap çok daha önemli!
Her birimizin bu hayattan farklı beklentileri olsa da başarılı bir hayat için 15 genel öneriyi sizin için bir araya getirdik;
1. Kim olduğunuzu bilin. Değerlerinizin farkında olun.
2. Yanınızdayken tamamen kendiniz gibi davranabildiğinizi küçük bir grup yakınınız olsun. Bu bir kişi bile olsa hiçbir şeyi gizlemeden kendiniz gibi olabilmek büyük bir şanstır.
3. Her zaman görüşemeseniz de sizin başarılarınızı kutlamaktan mutlu olacak, dünya başınıza yıkıldığında telefonun diğer ucundan size destek olacak bir arkadaş çevreniz olsun.
4. Yarının garantisi olmadığını unutmayın. Nelere şükrettiğinizi kendinize hatırlatın ve bunu daima dile getirin.
5. Cömert olun. Etrafınızdaki insanlara sonrasını düşünmeden, size aynı şekilde döneceğini ummadan cömertliğinizi gösterin.
6. Kendinizi geliştirme fırsatını kaçırmayın. Mükemmel olmanıza gerek yok, sadece daha iyi bir siz olun yeter.
7. Bu dünyada acının ve mücadelenin olduğunu unutmayın. Ancak bu gerçek sizin güzel olanı görmenize engel olmasın.
8. Sevin! Delicesine ve sonuna dek sevin. Ailenizi, eşinizi, çocuklarınızı, hayvanları, dünyayı ve hatta yabancıları sevmekten korkmayın!
9. Tutku duyduğunuz ve size huzur veren şeyleri bulun. Bu iki şey aynı olabilir. Onları hayatınızdan asla çıkarmayın ve sık sık yapın.
10. Kendi hayat haritanızı çıkaracak kadar cesur olun. Başkalarının beklentilerine göre değil, kendi isteklerinize göre yaşayın.
11. Hatıralarınızı biriktirin. Sizi üzen, sizi güldüren, sizi mutlu eden tüm hatıralarınız sizinle birlikte olsun.
12. Ne zaman susup karşınızdakini dinlemeniz gerektiğini bilin. Herkesin konuşmaya ihtiyacı vardır, unutmayın.
13. Zehirli alışkanlıklardan ve zehirli kişilerden kurtulun.
14. Unutmayın, sağlığınız, barınacak bir eviniz, temiz suyunuz ve yiyeceğiniz varsa dünyadaki şanslı insanlardansınız.
15. Kendinizi, gülmeyi ve aptallık etmeyi unutacak kadar ciddiye almayın. Ve asla dünyayı bir çocuğun gözlerinden görmeyi unutacak kadar yaşlanmayın. Olgunluk ve çocuksuluk aynı anda var olabilir.
Hayatında hiç yanlış karar almamış biri var mıdır?
Galiba bu sorunun cevabı; hayır!
Hepimiz hayatımız boyunca irili ufaklı birçok seçimle karlı karşıya geliyor ve karar vermek zorunda kalıyoruz. Bazı kararlarımız önemsiz ayrıntılara dair olsa da bazı kararlarımız hayati önem taşıyor. Karar verme mecburiyetlerimiz bizi bazen uzun bir düşünme sürecine sürüklüyor. Bu süreçte yolumuzu bulamayarak zaman kaybediyoruz. Ya da tam tersine telaşa düşerek sonrasında pişman olacağımız kararlar alıyor.
Karar verme sürecimizi hızlandırmak ve doğru karar vermek için işimize yarayabilecek ipuçlarını sizler için bir araya getirdik:
1. Durum Analizi Yapın:
Neden bir karar vermek zorundasınız? Karar vermezseniz ne olur? Vereceğiniz karar kimleri ve neyi etkileyecek? Bu soruların cevaplarını araştıracağınız bir durum analizi yapın. Ayrıca karar vereceğiniz konuya dair bildiklerinizi, elinizdeki verileri ve ek bilgileri derleyin.
2. Kamu Yoklaması Yapın:
Tüm kararlar önünde sonunda insanların kulağına ulaşır. Çok özel bir konuda bir karar verseniz bile bir gün gelecek ve diğer insanlar sizin verdiğiniz kararı öğreneceklerdir. Bu nedenle kararınızı güvendiğiniz kişilere danışabilirsiniz. Eğer kimseye danışamayacaksanız, verdiğiniz kararın bir gazetede yayımlandığını düşünün. Anneniz, babanız, sevdiğiniz kişiler kararınızla ilgili ne düşünür, ne tavsiye ederlerdi. Bunları gözden geçirin.
3. Kar/Zarar Analizi Yapın:
Konu ister maddiyat olsun ister başka bir şey, mutlaka kar zarar analizi yapın. Aldığınız karardan elde edeceğiniz yararlar, kaybedeceklerinize değer mi? Bu soruyu her açıdan ele almak karar vermenizde yardımcı olacaktır.
4. Riskler ve Kazançları Karşılaştırın:
Tıpkı kar / zarar analizi gibi verdiğiniz karar ile neleri riske ettiğinize iyi bakın. Eğer kararınızla bazı şeyleri riske ediyor ama büyük bir yarar elde etmeyi bekliyorsanız, risk almaya değer olduğunu düşünebilirsiniz.
5. Doğru Şeyi Yapıp Yapmadığınızdan Emin Olun!
Doğru davranmak evrenseldir. Bir kararın kazancı ya da getirisi fazla olsa da bu onun doğru olduğunu göstermez. Doğru olmayan bir kararın sonuçları sadece sizi değil birçok kişiyi etkileyebilir. Bu nedenle kararınızı verirken bunun sizin karakterinize ve dürüstlük, doğruluk ve ahlak değerlerinize ters düşüp düşmediğinden emin olun.
6. Her Zaman Bir Yedek Planınız Olsun!
Doğru karar vermek kadar önemli bir diğer şey yanlış karar verdiğinizi fark edip bunu düzeltebilmektir. Karar verirken ya bu kararım yanlış çıkarsa diye düşünerek, kayıplarınızı en aza indirecek bir yedek plan yapmayı da ihmal etmeyin.
Çocuklar büyüyüp sosyalleştikçe, sürekli gözetim altında olma ihtimalleri azalıyor. Yavaş yavaş bir gence ve yetişkine dönüşen çocuklar, başka kişilerle etkileşim kurmaya başlıyor. Bu nedenle onları tehlikeli yabancılardan korumak için doğru yöntemleri bilmek ve çocuklara kiminle nasıl konuşması ve etkileşim kurması gerektiğini anlatmak gerekiyor.
Çocuklara yabancılarla nasıl bir etkileşim kurması gerektiğini anlatmak konusunda yaşı önem taşıyor. Bir çocuk 4 yaşına geldiğinde yabancı denildiğinde kimden bahsedildiğini anlayabiliyor olsa da tüm yetişkinleri hala güvenilir kabul edebiliyor. Bu nedenle bu yaştaki çocukları toplum içinde yalnız bırakmamak gerekiyor. Okul çağına gelen çocuklar artık bazı yabancıların tehlikeli olduğunu anlayabiliyor. 5-8 yaş aralığındaki bu çocuklar anne babalar tarafından çok kısa süreli yalnız bırakılabiliyor. İnternete gözetim olmadan girme imkanı yakalayabiliyor. Bu nedenle bu yaş aralığındaki çocuklara bazı yetişkinlerin tehlikeli olabileceğini anlatmak büyük önem taşıyor.
1. Temel vücut güvenliği ile başlayın!
Çocuklar 2 – 3 yaşına geldiğinde ona temel vücut güvenliğini anlatabilirsiniz. Topluluk içinde size yakın durması gerektiğini söyleyin. Ayrıca genital bölgelerini anlatarak, birkaç kişi dışında kimsenin dokunmaması gerektiğini aktarabilirsiniz.
2. “Yabancı kimdir?” sorusunu sorun!
Çocuğunuz 4 yaşına geldiğinde artık yabancı nedir ve kime denir, bu konuyu onunla konuşabilirsiniz. Ona basitçe “yabancı biri dediğimde ne anlıyorsun?” diye sorabilirsiniz. Çocuğunuz hala yabancıların kim olduğundan emin değilse, yabancıların iyi ya da kötü olup olmadıklarını belirtmeden, basitçe onun tanımadığı kişilere yabancı denildiğini anlatabilirsiniz. Daha sonra ona küçük sorular sorarak yabancı denilince kimden bahsettiğinizi anlayıp anlamadığını test edebilirsiniz.
3. Güvenebileceği yetişkinleri öğretin!
Büyük anneler, büyük babalar, teyzeler ve halalar gibi örneklerin yanı sıra, çocuğunuza yalnız kaldığında güvenebileceği kişileri anlatın. Mesela okuldaki öğretmenleri ve danışmanlarının yanı sıra, güvenlik görevlileri ve mağaza çalışanları gibi otorite figürlerinin de güvenilir kişiler olduğunu bilsin. Bir mağazada kaybolması durumunda, yardım istemek için çalışanlara ya da güvenlik görevlilerine gidebilmesi için onların kıyafetlerini ve üniformalarını ayırabilmesi çocuğunuz için önemlidir.
4. Yapılabileceklerini ve yapmamaları gerekenlerin üstünden geçin!
Çocukların yabancılarla etkileşim kurması gerektiğinde bazı şeylerden kaçınmaları bazı şeyleri de yapabilmeleri gerekir. Mesela siz yakınlarınızdayken bir yabancıyla selamlaşıp konuşabileceğini, ancak siz etrafında değilken yabancılarla konuşmaması gerektiğini öğretin. Bir mağazada kaybolması durumunda, hemen kasanın yani para ödediğini yere gitmesi gerektiğini, kasadaki kişiye kaybolduğunu söyledikten sonra siz gelene dek oradan ayrılmaması gerektiğini ayrıntılı bir şekilde anlatın.
5. İnternette yapıp yapmayacaklarının altını çizin!
İnternet çağında yaşamak çocukların evde olduğunda bile tehlikeli yabancılarla etkileşim kurabilmesi riskini artırıyor. Bu nedenle internette ne yapıp yapmayacaklarını detaylı bir şekilde anlatmak önem taşıyor. Özellikle okul çağındaki çocuklara, tanımadıkları kişilerle sohbet etmemesi gerektiğini, kişisel bilgiler vermemesi gerektiğini anlatmak gerekiyor. Ayrıca çocukların kullandığı bilgisayar ve tableti salon gibi herkesin bir arada olduğu yerde bulundurmakta fayda var. Böylece çocukları gözlemleme şansı artıyor.
6. Umumi tuvaleti nasıl kullanması gerektiğini anlatın!
6 yaşından itibaren birçok çocuk tuvalete kendisi gidebiliyor. Bu nedenle anne babalar bazen çocukları umumi tuvaletlerde gözetimsiz bırakabiliyor. Öncelikle bundan kaçınmak ve çocuk tuvaletteyken kapısında beklemek çok önemli. Bir şeye ihtiyacı olduğunda sizin orada olduğunuzu bilmesi gerekiyor. Ayrıca çocuklara tuvalette iken sizden uzaktaysa, bir yabancının kendisine yardım etme teklifini mutlaka geri çevirmesi gerektiğini öğretmeniz büyük önem taşıyor. Kapıyı kilitlemesi ve tuvalette mutlaka yalnız olması gerektiğini de anlatmakta fayda var.
7. Çocuğunuzu evde yalnız kalmaya hazırlayın!
Çocuklar büyüdükçe kısa süreli olsa da evde yalnız kalmaya başlarlar. Bu süre içerisinde kime kapıyı açıp açmayacaklarını bilmeleri önemlidir. Ayrıca telefonu cevaplama konusunda da çocukları eğitmek büyük önem taşır. İleriki yaşlarda evde daha çok yalnız kalacak çocukları küçük yaşlardan itibaren bu konuya hazırlamaya çalışın.
8. Farklı senaryolar kurarak öğretin!
Çocuklarınıza bir şeyi öğretmek isterken en kolay yollardan biri, bir senaryo kurarak onun rolünü oynamaktır. Çocuğunuzu korkutmadan ona bazı olabilecek olayları betimleyin ve ne yapması gerektiğini göstererek öğretin. Örneğin yalnızken ya da arkadaşları ile beraberken tanımadıkları bir yetişkin yanlarına geldiğinde ayağa kalkması ve bu kişiden en az bir kol uzaklığında bulunması gerektiğini rolü oynayarak gösterin. Ya da bir yabancı arabasıyla yanına yaklaşıp marketin yerini sorduğunda arabadan birkaç adım uzaklaşarak konuşmadan sadece eliyle göstermesi gerektiğini yine rolü oynayarak gösterin.
9. Korkutucu cümlelerden uzak durun!
Çocuğunuzu yabancılardan korumak isterken onu korkutmamaya gayret edin. Örneğin, “seni alıp kaçırırlar”, “seni bir daha asla göremem” gibi cümleler çocuğunuzun sosyal hayatını zedeleyebilir. Bu cümlelerin yerine basitçe yapılması gerekenleri ve asla yapılmaması gerekenleri açıklayın. Size neden bunları yapıp yapmaması gerektiğini sorduğunda ise, “Senin nerede olduğunu her zaman bilmek istiyorum” gibi daha güven verici cevaplar verebilirsiniz.
Agorafobi ve Sosyal Kaygı Bozukluğu arasında yakın bir ilişki bulunur. Ancak iki bozukluk arasındaki bu yakın ilişki, agorafobi ve sosyal kaygı bozukluğunun aynı olduğu anlamına gelmez. Agorafobi ve sosyal kaygı bozukluğu arasındaki benzerliklere ve farklılıklara bakmadan önce, agorafobi nedir ve sosyal kaygı bozukluğu nedir sorularını cevaplamak gerekir.
Agorafobi nedir?
Agorafobi ismini Yunancada “alan” ve “korku” kelimelerinin birleşiminden almıştır. Kısaca alan korkusu olarak adlandırılabilir. Bu fobi türünde kişi evinden çıkmakta zorlanır. Kamuya açık alanlar, büyük meydanlar, alışveriş merkezleri, kalabalıkların yoğun bulunduğu mekanlarda bulunmaktan korkar. Ayrıca kendine ait olmayan dar ve kapalı alanlar, asansörler, köprüler, arabalar, uçaklar, trenler ve otobüsler de kişide korku yaratır. Bu korku alışılageldik korkunun dışındadır. Kişi bu tetikleyici unsurlardan biri ile karşılaşınca panik duygusu yaşar. Agorafobi sahibi kişilerin %95’inde panik bozukluk da görülmektedir. Agorafobi sahibi kişi yanında bir arkadaşı barken agorafobi ile daha kolay başa çıkabilmektedir.
Sosyal Kaygı Bozukluğu Nedir?
Sosyal kaygı bozukluğu diğer adıyla sosyal fobi kişinin sosyal durum ve sosyal ortamlarda kapıldığı aşırı korku ve kaygı duygusuna verilen addır. Bu bozukluk türünde kişi, başkalarının önünde hata yapacağından, küçük düşeceğinden, rezil olacağından korkar. Başkalarının önünde bir şeyler yiyip içmekten, yazı yazmak ya da çalışmaktan, telefonda konuşmaktan korkarlar. Toplantı ya da partilere katılmak, soru sormak, sunum yapmak, dikkatin odağında olmak gibi durumlardan da kaçınırlar. Tüm bu durumlar kişinin kaygı seviyesini tetikler. Bu durumların ortasında kalan kişiler kalp çarpıntısı, aşırı terleme, yüz kızarması, seste titreme, mide ya da karın şikayetleri yaşayabilir.
Agorafobi ve Sosyal Kaygı Bozukluğu Arasındaki Farklar
Hem agorafobi hem de sosyal kaygı bozukluğunda kişi, kamuya açık alanlarda bulunmaktan korkabilir. Bu durum ona kaygı ve dehşet yaşatabilir. Ancak bazı noktalarda bu durum değişmektedir. Örneğin agorafobisi olan kişi asansöre, uçağa, otobüse ya da arabaya binemeyebilir. Ancak sosyal kaygı bozukluğu olan kişi dikkatler üzerine çekilmediği sürece tüm bu araçları rahatsızlık hissetmeden kullanabilmektedir. Agorafobisi olan kişiler yanlarında bir arkadaşları varken sosyal ortamlara katılabilirken, sosyal kaygı bozukluğuna sahip kişiler dikkatlerin odağında olduklarında arkadaşlarının varlığı durumu daha da kötüleştirebilir.
Agorafobi ve Sosyal Kaygı Bozukluğunun Birlikte Görülmesi
Agorafobi ve sosyal kaygı bozukluğu arasındaki farkları net bir şekilde ayırmak bazen mümkün olmasa da bu iki bozukluğun bir arada görülme oranı oldukça fazla. Amerika’da yapılan bir çalışmaya göre kişilerin %68’inde agorafobi ve sosyal kaygı bozukluğu birlikte görülüyor. Ayrıca yapılan son çalışmalara göre bu iki bozukluğun birlikte görüldüğü kişilerde yüksek oranda majör depresyon da gözleniyor. Kadınlarda iki bozukluğun bir arada görülme sıklığı daha çokken, iki bozukluğun bir arada görülmesi kişinin etkileri daha yoğun yaşamasına da neden oluyor.
Agorafobi ve Sosyal Kaygı Bozukluğu İle Nasıl Başa Çıkılır?
Agorafobi ve sosyal kaygı bozukluğunu bir arada yaşayan kişiler, tetikleyici durumlarla karşılaştıklarında daha ağır sonuçlar yaşıyor. Peki agorafobi iyileşir mi? Sosyal kaygı bozukluğundan kurtulmak mümkün mü? Her iki bozukluğun tedavisi bir arada yürütülebilir mi? Tüm bu sorular için olumlu cevaba ulaşmak mümkün. Çünkü her iki bozukluk için de faydalı tedavi yöntemleri bulunuyor. Ayrıca agorafobi tedavisi ile sosyal kaygı bozukluğu tedavisi bir arada gerçekleştirilebiliyor. Agorafobi teşhisi ve sosyal kaygı bozukluğu teşhisi koyan uzman tarafından uygun görülecek tedavi süreci ile her iki bozukluktan da kurtulmak mümkün hale geliyor. Sistematik duyarsızlaştırma gibi tedavi yöntemleri hem agorafobi hem de sosyal kaygı bozukluğunun ortadan kaldırılmasında faydalı oluyor. Agorafobi ve sosyal kaygı bozukluğu tedavisi Konya merkezli Psikon Terapi merkezimizde gerçekleştiriliyor. Profesyonel desteğe ihtiyaç duyduğunuzda bize her an ulaşabilirsiniz.
Sizce gerçekten yaşadığımız bir anıyı tamamen unutmuş olmamız mümkün mü? Kendi başımızdan geçen bir şeyi nasıl olur da hatırlamayız? Bastırılmış anılarımızın yeniden canlandırılması konusu psikolojide hala tartışmalı olan konulardan biridir. Bir çalışmada, klinisyenler kişilerin bastırılmış hatıralarının terapi ile canlandırılacağını öne sürmüşlerdir. Ancak bu durumun gerçekliği hala tartışılır durumdadır ve hafızanın nasıl çalıştığına dair daha birçok araştırmaya ihtiyaç duyulmaktadır.
Kişiler başlarına kötü ve istenmeyen şeyler geldiğinde bunu genellikle hatırlarlar. Ancak şiddetli travmatik deneyimler, kişiler tarafından unutulabilmektedir. Bu unutma durumunun derinliği ile ortaya disosiyatif bozukluklar ortaya çıkabilmektedir. Disosiyatif bozukluklarda kişiler bilinç, bellek ve kimlik sorunları yaşayabilirler. Unutma, başka biriymiş gibi davranma, kim olduğunu bilememe gibi birçok durum ortaya çıkabilir. Kişinin, kimlik, algı ve bellek gibi bütünlük taşıyarak çalışan işlevleri bozulur. Travmatik yaşantılar ve disosiyatif bozukluklar arasındaki ilişki üzerine yapılan çalışmalar devam etmektedir.
Hafızamız düşündüğümüzün aksine bir kayıt cihazı gibi çalışmaz. Beyin bilgileri işleyerek farklı yollarla depolar. Bilim adamları, hafızamızın nasıl çalıştığını anlayabilmek için hem amigdala hem de hipokampusu birlikte incelemektedir. Bugüne dek hafızanın nasıl çalıştığına dair elimizde bulunan bilgilerden bazıları ise şunlardır:
- Orta derecede travmalar, uzun süreli hafızamızı geliştirebilir.
- Şiddetli travmalar uzun süreli hafızada karışıklık yaratarak anılarımızı birer olay gibi değil daha çok duygu ve duyum olarak hatırlamamıza neden olabilir.
- Bugün algılarımızı ve duyularımızı tetikleyen şeyler, unuttuğumuz hatıraları geri çağırabilir.
- Şiddetli travma yaşayan kişiler, bu travmatik olayları tamamen unutabilir. Ancak bu sonsuza dek unutacakları anlamına gelmez. Belli bir duygu, durum ya da duyum ile kişi flashbackler yaşayabilir. Böylece bastırılmış duygular ortaya çıkabilir.
Çiftler Neden Sürekli Aynı Şeyleri Tartışır?
İster evli olun ister sevgili, uzun süredir bir ilişki içindeyseniz, sürekli aynı şeyleri tartıştığınızı fark etmiş olabilirsiniz.
İlişkiniz yoksa, kendi anne babanızda ya da yakın arkadaşlarınızda bu durumu gözlemlemiş olabilirsiniz.
Peki neden böyle olur?
Çiftler neden aynı konuyu defalarca tartışır?
Bu tartışmalar neden bir türlü sonuca ulaşamaz?
İşte bu soruların cevabı olabilecek üç nedeni sizin için bir araya getirdik;
1. Birçok aile çocuklarına anlaşmazlıkları çözmenin olanaksız olduğunu öğretir.
Kişiler, eşleri ve sevgilileriyle tartışırken, farkında olmadan kendi ailelerini model alırlar. Hayatlarının ilk döneminden itibaren anne babalarının ilişkilerini gözlemleyen çocuklar, bir anlaşmazlık olduğunda onların kendi konumlarının üstünlüğünü kanıtlamak için çözüm yerine birbirine ayak dirediğini, birbirilerinin bakış açısını anlayarak çözülebilir şeyleri çözmeye yanaşmadıklarını görürler. Bu nedenle büyüyüp kendileri bir ilişkinin içinde yer aldıklarında anlaşmazlıkları çözmek yerine önceliği konumlarını korumaya verirler.
Çözüm Önerisi:
İlk önce kendinize şunu sorun;
“Bir anlaşmazlık esnasında anne babamın davranışlarını taklit mi ediyorum? Otomatik olarak onlar gibi davranmaya mı başlıyorum? Kendi davranışlarım onların tartışırken davranış ve tutumlara benziyor mu?”
Eğer bu sorulara evet cevabını veriyorsanız, düşünce şeklinizi yeniden programlamanız gerekir. Sizi bu şekilde davranmaya iten tetikleyici cümle ve davranışları tespit edip, bu tetikleyicilerle karşılaştığınızda nasıl davranmanız gerektiğini kendinize öğretmeli, ayak diremek yerine, karşınızdakinin bakış açısını anlamaya çalışmalısınız. Tartışmayı kazanmak yerine anlaşmazlığı çözmeye odaklanmalısınız.
2. Eşinize kızmak, size egonuzu korumanın en doğru yolu olarak gelebilir. Bu nedenle kendinizi korumasız hissettiğinizde bu davranışı alışkanlık haline getirmiş olabilirsiniz.
Hepimiz, karşımızdakinin bize pozitif bir tutumla yaklaşmasını isteriz. Özellikle eşlerimizin bizi bu pencereden gördüklerini bilmeye ihtiyaç duyarız. Bir anlaşmazlık yaşadığımızda onun bizi, zekamızı, hayat görüşümüzü yargıladığını düşünebiliriz. Bu nedenle korumaya geçerek anlaşmazlığı çözmek yerine egomuzu savunmak isteyebiliriz. Bu da bizi tartışmayı farklı noktalara taşımaya, en basit tabiri ile bel altı vurmaya itebilir. Ya çok saldırgan ya da tamamen sessiz kalmayı tercih edebiliriz. Bu nedenle kolay bir uzlaşma ile çözülebilecek sorunlar asla çözülemeyen ve sürekli tartışılan konular haline gelebilir.
Çözüm Önerisi:
Öncelikle egonuzu güçlendirmeyi öğrenmelisiniz. Her sıkıntıda kendinizi ve egonuzu tehlike altında hissetmekten ancak bu şekilde kaçınabilirsiniz. Ayrıca eşiniz size bir sorundan bahsettiğinde aslında amacının çoğu zaman sizin kişiliğinizi, zekanızı ya da hayat görüşünüzü yargılamak değil rahatsız olduğu durumu çözmek olduğunu göz önüne alın. Bu nedenle onun şikayetini kişisel bir saldırı olarak almak yerine gerçekten ne söylediğini ve istediğini anlamaya çalışın.
3. İkiniz arasında, doğanız ya da hayat görüşünüzde var olan farklılıklar nedeniyle, basitçe çözülemeyecek temel konular olabilir.
Çiftler başka ailelere, inançlara, çevresel faktörlere ve karakteristik özelliklere sahip olabilir. Bu nedenle birbirilerini çok sevseler ve saygı gösterseler de bazı temel konulara yaklaşımları asla aynı olmayabilir. Örneğin siz dışarıda vakit geçirmeyi seven bir insanken o daha çok evde vakit geçirmeyi seven bir insan olabilir. Bu nedenle dışarı çıkma ya da çıkmama meselesini sürekli tartışabilirsiniz.
Çözüm Önerisi:
Bu gibi durumlarda en basit çözüm, ikinizin temel farklılıkları nedeniyle ortaya çıkabilecek tartışmalardan uzak durmaktır. Eğer mutlaka üzerinde konuşulması ve çözülmesi gereken hayati bir durum var ise her ikinizin de ilişkinizin sağlığı için açık fikirli olmaya gayret etmesi gerekir. İkinizden birinin isteğinin gerçekleşmesi yerine, ikinizin de tatmin olabileceği, inanç ve düşüncelerini yaralamayacak bir alternatif aramak önemlidir.
Sosyal kaygı bozukluğu sosyal fobi adıyla da bilenen bir kaygı bozukluğu türüdür. Sosyal kaygı bozukluğu nedir sorusuna verilebilecek en kısa cevap; kişinin sosyal ortamlara ve durumlara karşı aşırı ve kronik korku duyması olacaktır. Kişi küçük düşmekten, rezil olmaktan, reddedilmekten ve dikkatlerin odağında kalmaktan korkar.
Bu durumlar sosyal kaygı bozukluğu sahibi kişiler için tetikleyicidir. Kişi herhangi bir mantığa uymayan ağır bir korku duyar, korkuyu durdurmayı başaramaz. Bu nedenle ya bu durumlardan kaçınır ya da ağır bir kaygı ile süreci yaşamaya çalışır.
Sosyal Kaygı Bozukluğunu Tetikleyen Durumlar
Sosyal kaygı bozukluğu yaşayan kişilerin özellikle uzak durmaya çalıştığı tetikleyici durumlar arasında sosyal durumlar ve sosyal ortamlarda performans göstermesi gereken durumlar öne çıkar. Örneğin; bir konuşma yapmak, bir sohbeti başlatmak, başkalarının önünde yemek yemek, umumi tuvaletleri kullanmak, sunum yapmak gibi durumlar kişinin anksiyetesini artırır.
Sosyal Kaygı Bozukluğu Belirtileri
Sosyal kaygı bozukluğu belirtileri 3 ana başlıkta incelenebilir. Bunlar kişinin nasıl hissettiğini gösteren fiziksel belirtiler, kişinin nasıl düşündüğünü gösteren bilişsel belirtiler ve kişinin ne yaptığını gösteren davranışsal belirtiler olarak sıralanır.
Sosyal Kaygı Bozukluğunun Fiziksel Belirtileri
Sosyal kaygı bozukluğunun fiziksel belirtileri kişide ağır bir baskı yaratır. Kişinin deneyimleyeceği fiziksel belirtiler; kızarma, terleme, titreme, kaslarda gerilim, göğüste sıkışma, göğüs ağrısı, seste titreme, nefesin kesilmesi, yutkunmakta zorluk, görüş kaybı, kulaklarda çınlama, baş ağrıları, ağız kuruluğu, baş dönmesi, sersemlik, ishal, taşikardi, kalp atımının hızlanması, kişinin gerçeklikten uzaklaştığını hissetmesi olarak sıralanabilir. Bu fiziksel belirtiler bazı kişiler tarafında ağır bir şekilde yaşanır. Kişi tam anlamıyla bir panik atak yaşar. Sosyal kaygı bozukluğu olan kişilerin yaşadığı panik atak ile panik bozukluk arasındaki fark kişinin tetikleyicilerin farkında olmasıdır.
Sosyal Kaygı Bozukluğunun Bilişsel Belirtileri
Sosyal kaygı bozukluğunda bilişsel belirtilere de rastlanır. Kişi tetikleyici durumlarla karşılaştığında olumsuz düşüncelere kapılır ve kendinden şüphe duyar. Tedaviye rağmen bu olumsuz düşüncelerden kurtulamamak kişinin kendine olan güveninin düştüğünü de işaret eder. Bilişsel belirtiler aşağıdaki şekilde sınıflandırılabilir.
Olumsuz önyargılar: Kişi sosyal durumların olumsuz olacağını düşünür ve başkalarının sosyal becerilerini kendi gözlerinde büyütürler.
Olumsuz düşünceler: Sosyal kaygı bozukluğunda kişinin sahip olduğu olumsuz düşünceler kendini olumsuz olarak değerlendirmesi ile başlar. Bu düşünce tarzı kişide otomatik olarak ortaya çıkar. Kişi aptalca bir şey söyleyeceğini, sesinin titrediğini herkesin fark edeceğini düşünür.
Olumsuz inançlar: Kişi sosyal ortamlarda bulunması ya da performans göstermesi gereken durumlarda kendisinin yetersiz kalacağına dair güçlü bir inanca sahiptir.
Sosyal Kaygı Bozukluğunun Davranışsal Belirtileri
Sosyal kaygı bozukluğu fiziksel ve bilişsel belirtilerin yanı sıra kişinin davranışlarını da etkilemektedir. Kaygı durumu ile başa çıkamayan kişiler, bu durumun üzerlerinde yarattığı ağır baskıdan kaçmak için birçok kaçınma davranışı gösterir. İsteklerine ulaşmaları için sosyal fobileri ile baş etmek zorunda kaldıklarında isteklerini gerçekleştirmekten vazgeçmeyi tercih ederler. Sunum yapmaları gereken dersleri bırakabilir, işten ayrılabilir, alkol kullanarak kaygı seviyelerini düşürmeye çalışabilirler. Bu durum kişinin yaşam kalitesini düşürür. Kişi kendini işsiz, eşsiz ve arkadaşsız bulabilir. Sık rastlanan davranışsal belirtileri aşağıdaki gibi sınıflanabilir.
Kaçınma: Kişi sosyal ortamlara girme ya da performans gösterme durumlarında kalmamak için kendisini bu noktaya taşıyacak aktivitelerden kaçınır.
Güvenlik davranışları: Kişi sosyal durumları ya da performans gösterme durumlarını kontrol etmek ve sınırlamak için kendini güvenceye almaya çalışır.
Kaçma: Kişi sosyal ortamlardan ya da performans göstermesi gereken durumlardan kaçınamamış ya da sınırlayamamış ise işi bir ileri noktaya taşıyarak bu duruma düştüğünde ortamı terk edebilir ya da kaçabilir.
“En basit işlere başlamakta bile zorluk çekiyorum”
“Konsantre olmakta ve bu halimi korumakta zorluk çekiyorum.”
“Konsantre olamadığım için işlerimi olması gerektiği kalitede tamamlayamıyorum”
Bu cümleler size tanıdık geliyor mu?
Geliyorsa üzülmeyin çünkü yalnız değilsiniz.
Günlük hayatımızdaki birçok faktör, henüz işimizin başına oturmadan dikkatimizi dağıtmaya başlıyor. Şehir hayatının gereklilikleri, günlük yaşamın sorumlulukları bir yana, sosyal medya, internet ve akıllı telefonlar da konsantrasyonumuzu bozmakta büyük önem taşıyor.
Nasıl konsantrasyon sağlarım? Konsantrasyonumu nasıl iyileştirebilirim? Diye soruyorsanız odaklanmanızı ve dikkatinizi uzun süre toplayabilmenizi sağlayacak bu önerilere kulan verin.
1. 5 Tane Daha Kuralı
İnsanlar ikiye ayrılır. Bir grup bir işin ortasında stres yaşamaya başladıklarında yola devam edebilirler. Diğer grup ise strese dayanamayıp işi yarıda bırakırlar. Eğer siz de üzerindeki baskıya dayanamayıp işi yarıda bırakanlardansanız 5 tane daha kuralını benimseyebilirsiniz.
Peki 5 Tane Daha Kuralı nasıl çalışır? Bir daha işi bırakmak üzere olduğunuzda 5 tane daha yapmadan işi bırakmayın. Kitap mı okuyorsunuz? 5 sayfa daha okuyun. Soru mu çözüyorsunuz 5 tane daha çözün. Projeniz üzerinde mi çalışıyorsunuz? 5 dakika daha çalışın.
5 tane daha kuralı sizin çalışma sürenizi her seferinde daha fazla uzatarak, konsantrasyon ve dikkat probleminizi iyileştirir. İşe yarar çünkü tıpkı sporcuların çalışma sistemine benzer. Sporcular her seferinde daha fazlasını yapabilmek için kendini zorlar bu da kapasitelerini artırmalarını sağlar.
2. Tek İşe Odaklanın
Birden çok işiniz olduğunda konsantre olmakta zorlandığınızı hissettiniz mi? Örneğin mutfakta sizi bekleyen işler varken, maillerinizi cevaplamakta zorlanıyor, kendinizi internette hiç ilgilenmediğiniz şeyleri okurken mi buluyorsunuz? O zaman beyninizi kandırın.
Evet beyninizi kandırabilirsiniz. Eğer hem mutfakta işleriniz, hem fatura ödemeleriniz hem de cevaplanacak mailleriniz varsa kendinize şöyle telkinde bulunun: “Şimdi önümüzdeki 1 saat boyunca sadece maillerimi cevaplayacağım. Akşam olduğunda 1 saat ayırıp faturalarımı ödeyeceğim. Sonra 1 saat daha ayırıp mutfaktaki işlerimi tamamlayacağım.”
Eğer bu şekilde beyninizi programlarsanız, diğer sorumluluklar zihninizi işgal etmez. Böylece nasıl daha iyi odaklanırım sorusuna cevap bulabilirsiniz.
3. Erteleme Alışkanlığınızı Yenin
Odaklanamıyorum diyor ve bu nedenle yapmanız gereken işi yarıda mı bırakıyorsunuz? Bu aslında erteleme alışkanlığının bir türüdür. Erteleme alışkanlığı sizin kısa sürede tamamlayabileceğiniz işlerin süresini uzattıkça uzatır.
Erteleme alışkanlığını yenmek için kendinize bu 3 soruyu sorun:
“Bu işi yapmak zorunda mıyım?”
“Bu işi tamamlayıp zihnimden çıkarmak ister miyim?”
“Daha sonra işin başına geçsem kolaylaşacak mı?”
Bu 3 soru sizin zihninizde yeni bir kapı açacak ve işi tamamlamadığınız sürece orada duracağını, daha kolaylaşmayacağını ve tamamlamazsanız suçluluk hissetmeye devam edeceğinizi hatırlatacak.
4. At Gözlüğü Takın
Elbette gerçek at gözlüğünden bahsetmiyoruz. Ancak etrafınızda sizin odaklanmanızı engelleyen birçok faktör bulunuyorsa ellerinizi at gözlüğü olarak kullanabilirsiniz.
Peki bu konsantrasyonu artırma yöntemi nasıl işe yarar? Arabanızla tünelde ilerlediğinizi düşünün, yola odaklanmaktan başka bir seçeneğiniz yoktur. Tıpkı bir tünele bakar gibi önünüzdeki kitaba, projeye odaklanmak için ellerinizi gözlerinizin iki yanına koyarak çalışmaya başlayın. Gördüğünüz te şey kitabınız olsun.
İlk başta bu durum size komik gelebilir. Ama zamanla zihniniz ellerinizi gözlerinizin etrafına koyduğunuzda önündeki işe odaklanması gerektiğini öğrenecek ve kısacık bir süre ellerinizi gözlerinizin etrafına koyduğunuzda bile hızla odaklanmanızı sağlayacak.
5. Etrafınıza Yeni Bir Gözle Bakın
Konsantre olamamanın sebepleri arasında o anda bulunduğumuz yerden başka bir yerde olma ihtiyacı da bulunur. Bir işin ortasındayken zihnimizin dağılıp gitmesinin nedenlerinden biri de budur.
İşinizin başında kendinizi bambaşka düşünceler içerisinde bulursanız ve bu durum sizin üzerinde baskı yaratırsa kafanızı kaldırın ve çevrenize bakın. Etrafınızdaki şeyleri ilk defa görüyormuş gibi bir bakış açısıyla incelediğinizde içinde olduğunuz gerçekliğe dönüşünüz kolay olacaktır.
Çocuğunuz birden inatçılık yapmaya başlıyor, inatçılığı ile günlük aktivitelerinizi ya da planladığınız etkinlikleri yapmanıza izin vermiyor mu? Anne baba ile çocuk arasında güç savaşı haline dönüşen inatçılık, aslında bağımsızlığını kazanmaya başlayan çocuğunuzun yeni hayatına uyum sürecinin bir parçası. Bu süreçte onunla güç savaşına girmek yerine daha kaliteli zaman geçirmek istiyorsanız size bazı tavsiyelerimiz var.
1. Önce Bağlantı Kurun!
Güç savaşı genellikle çocuğunuzun ikinizin aynı takımda olmadığını hissetmesi nedeniyle ortaya çıkar. Güç savaşını engellemek için her sabah, 5 dakikanızı da olsa çocuğunuz ile bağlantı kurmaya ayırın. Onu kucaklayın, gıdıklayın, sarılın ya da boyama ve okuma gibi etkinliklerde bulunun.
2. Denemelerine İzin Verin!
Güç savaşını engellemenin bir diğer yolu ise onun, özellikle kendi aktivitelerinde, olabildiğince inisiyatif kullanmasına izin vermekten geçer. Çocuklar, kendilerine bir şeyin tekrar tekrar emredilmesi sonucunda güç savaşı başlatmaya eğilim gösterirler.
3. Geri Çekilin!
Bir savaşta iki taraf olduğunu unutmayın. Yetişkin ve ebeveyn olarak bir tartışma içine girip girmeme kararını verebilirsiniz. Kendinize, bu konunun beni gerçekten sıkıntıya sokmasına ihtiyacım var mı diye sorun. Bilinçli bir şekilde savaşı kazanmak zorunda olmadığınızı kabul edin.
4. Sakinleşin!
Derin bir nefes alın. 11 den geriye ikişer ikişer sayın. Böylece beyninizin mantıklı kısmını harekete geçirin. Kendinizi sakin bir ruh haline taşıyarak olayı bir de çocuğunuzun gözünden görmeye çalışın.
5. Hedefinizi Belirleyin!
Ne yapmaya ihtiyacınız var? Tam servis saatinde kapının önünde olmak mı? Yoksa çocuğunuzu ders çalışmak için heveslendirmek mi? İlk önce neyin önemli olduğunu net bir şekilde görün ve bunu çocuğunuza iletin. Tartışmak yerine; “ Hedefimiz, saat 7.30’da kapının önünde olmak” demeyi deneyin.
6. Seçenekleri Gözden Geçirin!
Hedefe ulaşmak için farklı yollar düşünün. Oyuncu bir kimliğe bürünebilir, çocuğunuzla yarışır gibi yapabilirsiniz. Ya da bir vaatte bulunabilir, örneğin “Mor saçlı kızın masalını biliyor musun? Kapının önüne çıkınca sana o masalı anlatacağım” gibi bir öneri ile çocuğunuzu heveslendirebilirsiniz. Aklınıza hiçbir şeyin gelmediği durumlarda çocuğunuza problemi çözmek için bir fikri olup olmadığını sorabilirsiniz.
7. Seçenekler Sunun!
Çocuklar kontrolün birazcık da olsa kendilerinde olduğunu hissettiklerinde daha güçlü hissederler. Bu nedenle onlara birkaç seçenek sunun. Örneğin “Şimdi çıkmamız lazım. Ayakkabılarını kendin mi giymek istersin, yoksa ben mi yardım edeyim? Seçim senin” diyebilirsiniz.
8. Çözümü Yüksek Sesle Tekrarlayın!
Bir çözüme ulaşana dek bağlantıda kalın, çocuğunuzu dinleyin ve yeni şeyler denemeye devam edin. Çocuğunuz hedefinize ulaşmaya yönelik bir karar verdiğinde ona gülümseyin ve verdiği kararı yüksek sesle tekrar edin. Örneğin “Tamam! Şimdi yarım saat ders çalışacaksın. Ben saati kuracağım. Dersin bitince ikimiz birlikte senin sevdiğin programı izleyeceğiz.” demeyi deneyebilirsiniz.
9. İltifat Edin!
Çözümden dolayı onu kutlayarak bir dahaki sefer daha hevesli olmasını destekleyebilirsiniz. Örneğin “Bu sabah problemimizi çözmede bana yardım ettiğin için teşekkür ederim” diyebilirsiniz.
10. Kabiliyetlerini Destekleyin!
Çocuğunuza onun kabiliyetli biri olduğunu örneklerle gösterin. Büyük yaştaki çocuklara “Senin aslında yapmak istemediğin bir şey için çabaladığını görüyorum. Bu büyük bir güç ister ve sen buna sahipsin!” ya da küçük yaştaki çocuğunuza “Sen ayakkabılarını kendin giyebilirsin, eminim” diyebilirsiniz.
Bağımlılık denince aklınıza ilk önce ne geliyor?
Uyuşturucu bağımlılığı? Sigara tiryakiliği? Alkol bağımlılığı? Ya da kumar mı?
Bağımlılık dendiğinde aklınıza ilk anda bu dört bağımlılık türü geliyorsa yalnız değilsiniz. Ancak bağımlılık bu dört başlıktan çok daha fazlasını içeren bir kavramdır. Bazı davranış kalıpları, maddeler ve hatta spor ve beslenme gibi gerekli ve sıradan durumlarda bile bağımlılık öne çıkmaktadır. Bu da alışık olduğumuz bağımlılık kavramının sınırlarını genişletir.
Bu gerçeklikten yola çıkarak bağımlılık nedir sorusuna verilecek en kısa yanıt kişinin hayatla başa çıkmak için kişinin mutluluk haz veren bir davranışa aşırı olarak yönelmesi olabilir. Bu davranış ne olursa olsun kişinin günlük hayatını sekteye uğratarak ciddi problemlere yol açabilir.
Bağımlılık hakkında bilmeniz gereken 5 şey!
1. Bağımlılık yapan bazı maddeler hakkında birçok kesin ve net bulgu var olmakla birlikte, bazı maddelerin gerçekten bağımlılık yapıp yapmadığına dair tartışmalar sürmektedir. Genel kabul, psikoaktif maddelerin ve ilaçların bağımlılık yapma potansiyeline sahip olduğu yönündedir.
2. Davranışsal bağımlılıkların gerçek bağımlılık olup olmadığı tartışma yaşanan bir diğer konudur. Örneğin kumar bir bağımlılık mı yoksa dürtü kontrol bozukluğu olarak mı ele alınmadır tartışması bu anlaşmazlıklardan biridir.
3. Bağımlılıklar zamanla oluşur. Bir kere kullanılan bir madde ya da ortaya konulan bir davranış bağımlılık yaratmayabilir. Ancak madde kullanımı ilk seferinde de zihin sağlığı bozukluklarına, sağlık problemlerine ve hatta aşırı doz ölümlere sebep olabilir.
4. Birçok düşünceye göre bağımlı kişi yoksunluk ihtiyacını karşılamak istese de aslında insanların bazıları içki, yemek, alışveriş ve seks gibi bağımlılıklarını kontrol edebilir. Bu durum kişiden kişiye değişebilmekte ve hangi yöntemin kullanılacağını uzman kişilere bırakmak gerekmektedir.
5. Bir madde kullanmak her zaman bağımlılık belirtisi olmayabilir. Ancak maddeler kişilere ciddi zihinsel, fiziksel ve sosyal zararlar verebilir. Bu nedenle anne babalar çocuklarını bir madde kullanırken görürlerse bağımlı ve yardım edilemez olduğuna kanaat getirmeden, en kısa zamanda yardım almayı düşünmelidir.
Bir Davranışı Bağımlılık Haline Getiren Nedir?
İnsanların gündelik ihtiyaçları ve sıradan aktiviteleri bile bağımlılığa dönüşebiliyorsa bir davranışı bağımlılık olarak kabul etmemiz gereken belirtiler nelerdir?
- Bağımlılık kişiyi çevresindekilere uyumsuz kılar ve hem kendisine hem de çevresindeki kişilere problemler yaşatır. Bağımlı kişi problemini çözmek yerine problemlerini bağımlılığı ile atlatacağını düşünür. Yani bağımlılık aslında problemi sadece beslemeye yarar. Örneğin; alkol bağımlılığı olan kişi kendini mutlu etmek için alkol ister ama alkol onu daha depresif yapar. Ya da kumar bağımlılığı olan kişi para ister ama bağımlılığı onun maddi durumunu daha da kötüleştirir.
- Bağımlılıklarda davranış süreklilik arz eder. Kişi bağımlılığının kendisine yaşattığı tüm sıkıntılara rağmen bağımlılığını terk etmez. Örneğin hafta sonları ya da birkaç haftada bir haz aldığınız şeyleri aşırı bir şekilde yapmak sizi bağımlı yapmaz. Ancak aşırı davranışlar kişiye her zaman ciddi sorunlar yaşatabilir.
- TV ve sinemada bağımlılar her zaman mutsuz ve ümitsiz kişiler olarak resmedilir. Ancak bu yanlıştır. Bağımlı olan kişiler bağımlı oldukları davranışları yerine getirirken son derece mutlu olabilirler. Yani bir davranış sizi mutlu ediyorsa o bağımlılık değildir demek yanlıştır.
Obsesif Kompülsif Bozukluk yani takıntı bozukluğu tedavisi sürecinde birçok zorlukla karşılaşabilirsiniz. Bu zorlukları aşmak için ihtiyacınız olan ipuçlarını Uluslararası OKB Vakfı yayınlarından sizin için derledik.
1. Her zaman beklenmeyecek şeyleri bekleyin!
Obsesif düşünceler sizi her an her yerde yakalayabilir. Bu düşünceler eski düşünceleriniz olabileceği gibi yepyeni şeyler de olabilir. Paniklemeyin. Terapi için size sunulan seçenekleri her an kullanmaya hazır olun. Ani ve beklenmedik anlarda bu terapinizin size kattıklarını hatırlayarak uygulayın.
2. Risk almaya gönüllü olun!
Risk hayatımızın ayrılmaz parçasıdır. Risk almaktan kurtulmamız neredeyse imkansızdır. Ayrıca en büyük riskin tedavinizi tamamlamamak olduğunu unutmayın.
3. Kendiniz için güvence beklemeyin!
Kendinize hep en kötüsünün olabileceğini ve hatta olduğunu söyleyin. Sürekli güvence aramak, tedaviniz için verilen ödevlerden uzaklaşmanıza ve tedavinizi geciktirmenize neden olabilir.
4. Zamanınızı obsesif düşüncelerinizden kaçmak için harcamayın!
Çalışmalara göre obsesif düşüncelerden kaçmak veya bastırmaya çalışmak onları daha çok düşünmeye sebep oluyor. Bu nedenle obsesif düşüncelerinizden kaçınmakla zaman harcamayın. Mottonuz “ne kadar çok düşünürsem o kadar az düşünürüm” olsun.
5. Ya hep ya hiç diye düşünmeyin!
Bir kere düşüncelerinize kapılıp gittiğiniz için kendinizi tamamen başarısız bulmayın. Hayat siyah ya da beyaz olmadığı gibi terapi de siyah beyaz değildir. Terapi döneminde yeni beceriler elde ediyorsunuz ve yeni bir şey öğrenirken hata yapmak normaldir. Hata da yapsanız asla ilk başladığınız noktaya dönmeyeceğinizi kendinize hatırlatın.
6. Semptomlarla başa çıkmak sadece sizin göreviniz, unutmayın!
Terapistinizin size verdiği ödevlere başkalarını bulaştırmayın. Unutmayın ihtiyacınız olduğunda onlar sizin yanınızda olmayacak, yanınızda sadece siz olacaksınız.
7. Sabırlı olun! Kıyaslama yapmayın!
İlerleme süreciniz sadece size özeldir. Bu süreç yavaş olabilir. Kendinizi başkaları ile kendinizi karşılaştırmayın. Bunun yerine ödevlerinizi yerine getirmeye odaklanın.
8. Kaygılarınızı kucaklayın!
Kendi düşüncelerinizden kaçmak yerine korkularınızla yüzleşin. Gerçekten tedavi olmak istiyorsanız korkularınız ve kaygılarınızla yüzleşmeniz gerekiyor.
9. Terapi ödevlerinizi her gün gözden geçirin!
Bugüne dek terapistinizin verdiği tüm ödevleri günlük olarak gözden geçirin. Özellikle de yapmaktan korktuklarınızı dikkatle okuyun.
10. Hazır olmadığınız ödevleri açıkça söyleyin!
Eğer terapistiniz size henüz hazır olmadığınız bir ödev verdiyse bunu açıkça dile getirmekten çekinmeyin.
11. Terapi ödevlerinize başlamak için mükemmel anı beklemeyin!
Terapistinizin size verdiği ödevlere başlamak korkutucu gelebilir. Bu korkunuz yüzünden başlamak için mükemmel anı beklemeyin. En mükemmel an başladığınız andır, unutmayın!
12. Yapacağınız ödeve önceden göz atın!
Ödevinizi tamamen anladığınızı düşünmeyin. Yapmaya başlamadan nce mutlaka son bir kez okuyun.
13. Mükemmeliyetçiliğin kurbanı olmayın!
Birçok OKB hastası yaptığı ödevi mükemmel bir şekilde yapmak ister. Eğer ödevinizi mükemmel yapmazsanız iyileşmeyeceğinizi düşünmeyin. Önemli olan ödevinizi yapmış olmanızdır.
14. Kendinizi ödevinize verin ve kaygıyı yaşamaya hazır olun!
Ödevinizi emredildiği için yapmayın. Kendinizi tamamen ödevinize verin. Yaptığınız her şeyin attığınız her adımın farkında olun ve ödevinizi gerçekleştirirken yaşadığınız kaygıyı derinden hissedin.
15. Zorlu ödevlerin iyi tarafını görün!
Sizi çok zorlayan bir ödev ile karşılaştığınızda umutsuzluğa kapılmak yerine bu ödevin sizi daha iyi ve güçlü yapacağına inanın.
16. Ödevinizi aceleye getirmeyin!
Yaşadığınız kaygıdan bir an önce kurtulmak için terapistinizin verdiği ödevi aceleye getirmeyin. Amacınız, terapiyi çabuk bitirmek değil, kaygı seviyenizi daha kolay kontrol etmek unutmayın.
17. Ödeviniz sizi zorlamıyorsa terapistinize söyleyin!
Eğer terapistinizin verdiği ödev sizi zorlamıyorsa bunu muhakkak belirtin. Böylece kaygı seviyenize göre farklı ödevler alabilirsiniz.
18. OKB size farklı şeyler söyleyebilir. Aklınızdan çıkarmayın!
Obsesif kompülsif bozukluğunuz bazen size yanlış tedaviyi gördüğünüzü, ödevinizin işe yaramadığını söyleyebilir. Şüphe hastalığı olarak da bilinen OKB’nin kulağınıza fısıldadıklarıyla kavga etmek yerine onu söylediklerini kabullenmiş görünün.
19. Kaygının değil kompülsif davranışların asıl problem olduğunu hatırlayın!
OKB’de asıl sorun sizin kaygı duymanız değildir. Kaygınızın asıl problem olduğuna inanırsanız onu savuşturmak için kompülsif davranışları daha çok yapabilirsiniz. Bu nedenle kaygı ve korku da duysanız kompülsif davranışlara ayak direyin. Kaygınız zamanla daha tolere edilebilir hale gelecektir.
20. Kendinizi ve başardıklarınızı takdir edin!
Önceki ödevlerinizi ve artık sizi zorlamayan şeyleri anımsayın. Kendinizle gurur duyun. Yaptıklarınızı takdir edin!
Psikolog Seçerken Dikkat Edilmesi Gereken Hususlar Nelerdir?
Psikoloji; insanların davranışlarının ve zihinsel süreçlerinin bilimsel olarak incelenmesidir.
Her insan hayatının bir döneminde de olsa kendiliğinden içinden çıkamayacağını hissettiği bunalımlara girme olasılığına sahiptir.Örneğin kendinizi artık tanıyamadığınızı düşünüyorsunuz ya da size sıkıntı veren düşüncelerden dolayı uykularınız kaçıyor olabilir.Hiçbirşeyden keyif alamaz hale gelmiş olabilirsiniz ya da mücadele edecek gücü kendinizde bulamıyor olabilirsiniz.Eşinizle/partnerinizle ilgili sorunlarınız olabilir ve üstesinden gelemeyecek noktaya gelmiş olabilirsiniz.Bu gibi durumlarda bir uzman desteğine ihtiyaç duyabilirsiniz.Peki psikolog seçerken nelere dikkat edilmeli?Yazımızda bu hususlar üzerinde duracağız.
1-Öncelikle destek almanız gereken konuyla ilgili psikoloğunuzun yeterliliğini mutlaka araştırın.
2- 4 yıllık psikoloji bölümünden sonra hangi alanda uzmanlık aldığına dikkat edin.
3-İnternetten araştırırken pek çok takipçisi olan ancak bu alanda yeterlilik sahibi olmayan kişiler günümüzde faaliyet göstermektedir. Araştırırken hangi bölümden mezun olduğuna ve uzmanlık alanının ne olduğuna dair gerekli araştırmayı mutlaka yapın.
4- İnternet üzerinde sadece birkaç günlük eğitimle sertifika alıp kendini psikoterapist olarak tanıtanlardan diplomasını ve uzmanlık alanı belgelerini ya da master belgesini görmeyi talep edin.
5- Psikologların terapi merkezi açmaları konusunda herhangi bir yasal düzenleme olmadığından dolayı psikoloji mezunu olup master yapmayan ya da psikoloji mezunu olmayan birçok meslek dalı da maalesef terapi merkezi açabilmektedir. Bundan dolayı mutlaka detaylı araştırmayı gitmeden önce yapın.
6- Daha önce psikoloğa gitmiş ve yarar görmüş olan çevrenizin görüşlerini dikkate alın.
7- Psikolog ararken karşınıza çıkan internet sayfalarında tavsiye yazılarını, kişisel bloklarındaki makalelerini mutlaka okuyun.
8- Birçok merdiven altı çalışan, devlete kaydı olmayan psikolojik danışma merkezleri olduğundan ücretini ödediğinizde aldığınız hizmete karşılık faturanızı istemekten çekinmeyin. Eğer size fatura vermek istemezlerse nedenini sorun ve ilgili birimlere şikayet edin.
9- Psikologla görüştüğünüzde “kesin tedavi ederim ya da şu kadar seansta çözüme ulaşırız” diyorsa güvenirliğini sorgulayın çünkü psikoloji bilimi hiçbir danışana kesin %100 tedavi gibi bir yaklaşımda bulunmaz.
10- Seçtiğiniz psikoloğunuz “kullandığınız ilacı bırakın ya da ilaç kullanmanıza gerek yok”gibi ifadeler kullanıyorsa psikiyatristinizle de görüşerek bu durumu sorgulayın.
11- Psikolojik testler yaptıracaksanız, size test uygulayacak kişinin o testle ilgili uygulayıcı sertifikası olup olmadığını sorgulayın ve test sonucunda ilgili uzmanın kaşe ve imzasının olmasına dikkat edin. Psikolojik testler her bir uygulanan test için ayrı bir uygulayıcı sertifikası gerektirmektedir.
12- Terapiler “gizlilik ilkesi” prensibiyle yürütülür. Danışan ve terapist arasında konuşulanlar 3. bir kişiyle paylaşılamaz.
Psikolojik destek almak söz konusu ise tüm bu hususlara dikkat etmek gerekmektedir. Konya'nın en iyi psikolojik destek ve terapi merkezi olarak sizlere yardımcı olmaktan mutluluk duyarız.
Obsesif Kompülsif Bozukluk kısa adıyla OKB ya da takıntı hastalığı birçok kişiyi etkileyen ve ciddi olumsuz sonuçlara neden olabilen bir bozukluktur. Peki hakkında birçok doğru ve yanlış bilgiye aynı anda ulaşmanın mümkün olduğu OKB nedir? Obsesif kompülsif bozukluk ya da takıntı bozukluğu kişinin rahatsız edici düşünceler (obsesyonlar) ve bu düşünceler nedeniyle sürekli tekrar ettiği ve karşı koyamadığı davranışlar (kompülsiyonlar) olarak açıklanabilir. Kişinin takıntılı düşünceleri ve tekrarlayan davranışları, günlük hayatını zora sokabilir. Sağlıklı düşünmesini ve hareket etmesini engelleyebilir.
Obsesif kompülsif bozukluk ya da daha çok kullanılan ismiyle takıntı hastalığı teşhis ve tedavisinde kulaktan dolma bilgilerle yol almak oldukça yanlıştır. Kişinin teşhisinin bir uzman tarafından konulması gerekir. OKB tedavisi yine bu teşhise göre uzmanlar tarafından hazırlanacak haritaya göre yapılmalıdır.
Tüm bunların yanı sıra Obsesif Kompülsif Bozukluk hakkında kişilerin bilmediği birçok detay da yer almaktadır. İşte bu detayları ve bilinmesi gereken noktaları sizler için bir araya getirdik.
1. OKB Kişinin Kaygı Yaşamasına Neden Olur
Obsesif Kompülsif Bozukluk sahibi kişiler, takıntılı düşünceler nedeniyle ciddi bir kaygı yaşar. Takıntılı düşüncelerinden kurtulmak için sürekli tekrarladıkları kapıların kapalı olup olmadığını kontrol etme, sözcükleri, eşyaları sama, eşyaları simetrik olarak düzenleme, kapıyı ve ışığı belirli sayıda açıp kapama ya da aynı sözcükleri sürekli tekrarlama gibi davranışları kaygılarını düşürmeye yardımcı olsa da aslında süreklilik arz eden bir kaygı bozukluğu yaşarlar.
2. Obsesif Kompülsif Bozukluğu Olan Birçok Kişi Bozukluğunun Farkındadır
OKB yani takıntı bozukluğu olan kişiler kurtulamadıkları düşüncelerin ve yapmaya engel olamadıkları davranışların mantık dışı ve aşırı olduğunun farkındadır. Bu farkındalık OKB’nin kişi üzerinde yarattığı en olumsuz etkilerin başında yer alabilir.
3. İnsanlığın %2.5’i Hayatının Bir Döneminde OKB Yaşar
Kadınlar ve erkekler arasında OKB görülmesi arasında bir fark yoktur. Dünyanın dört bir yanından, farklı ırk, kültür ve dine sahip kişiler takıntı bozukluğundan etkilenebilir.
4. İlk OKB Belirtileri Genellikle Ergenlik ve Erken Yetişkinlikte Görülür
OKB denilince akla yetişkinler geliyor olabilir. Ancak takıntı bozukluğu birçok yaşta görülebilmektedir. 4-5 yaşındaki bir çocuk da bu bozukluğu yaşayabilirken hastalara en çok 19 yaşında teşhis konulmaktadır. Bu nedenle ilk belirtilerin genellikle ergenlik ve erken yetişkinlik döneminde görüldüğü söylenebilir.
5. OKB’ye Neden Olan Özel Bir Gene Rastlanmamıştır
OKB risk faktörleri arasında genetik sayılsa da henüz bu bozukluğa sebep olan özel bir gen tanımlanmamıştır. Genellikle kişinin yaşam deneyimleri ve gen yatkınlığı bir araya geldiğinde OKB ortaya çıkmaktadır.
6. OKB Teşhisi Kan Testi ya da Röntgenle Konulmaz.
Obsesif kompülsif Bozukluk teşhisi nasıl konulur sorusunun cevabını psikiyatristler ve psikologlar verebilir. OKB teşhisi kan testi ya da röntgen gibi tıbbi testlerle konulamaz.
7. OKB Tedavisi Mümkündür
OKB tedavisi mümkün bir bozukluktur. Kişiye takıntı bozukluğu teşhisi konulmasının devamında uzman kişi doğru bir tedavi yöntemi oluşturur. OKB ilaç tedavisi için serotonin seviyelerine etki eden prozac, zoloft ve paxil gibi ilaçları kullanmayı gerekli görebilir. Ayrıca bilişsel davranışçı terapi ile ilaç tedavisi ile birlikte yürütmeyi uygun görebilir.
8. Stres Yaşamak OKB’yi Daha Zor Hale Getirebilir
OKB belirtileri kişinin günlük yaşamını zorlaştırır. Ancak kişi yüksek stres yaşıyorsa bu belirtiler daha yoğun ve zor hale gelebilir. Bu nedenle kişinin stres yönetimini öğrenmesi ve stresten uzak kalmaya çalışması önemlidir.
9. OKB Kronik Bir Zihinsel Rahatsızlıktır
OKB tedavi ile kontrol altına alınabilir ancak kroniktir. Bu nedenle kişi tamamen tedavi olmaya değil, belirtilerini gün be gün yönetmeye konsantre olmalıdır.
10. OKB Sahibi Kişiler Mutlu ve Üretken Bir Hayata Sahip Olabilirler
Doğru tedavi yöntemleri ile buluşan OKB sahibi kişiler belirtileri nasıl yöneteceğini öğrenebilir. Böylece tıpkı diğer insanlar gibi mutlu ve dolu bir hayat yaşayabilirler.
İyi bir ebeveyn olmak istiyorsanız ilk önce, dünyada kusursuz bir anne baba örneğinin var olmadığını kabul etmelisiniz. Tıpkı ebeveynler gibi hiçbir çocuk da kusursuz değildir. İyi bir ebeveyn olmak kusursuz, eksiksiz olmak anlamına gelmez. İyi anne babalar çocukları için en iyi kararı veren anne babalardır. Daha iyi bir anne baba olmak isteyenler için 10 ipucunu bir araya getirdik.
1. Çocuğunuzun güçlü yönlerini tanımlayın
Zor bir durumda kaldığında ya da yanlış davrandığında ona güçlü yönlerini hatırlatarak yaklaşırsanız çocuğunuzun onuru kırılmaz. Böylece yanlış davranışını düzeltmekte ya da karşılaştığı problemi çözmekte daha istekli ve cesur olur.
2. Övgü ve ödülü cezanın önüne koyun
Çocuğunuzu cezalandırmak onun zayıf yönlerini öne çıkarmaya yarar. Bu nedenle cezadan önce iyi ve güçlü yönlerini överek, ihtiyaç duyduğu ödülleri almasını sağlayarak eksikliklerini tamamlamaları için teşvikte bulunun.
3. Olumsuz duygusal tepkilerden kaçının
Çocuğunuzun kontrol konusunda problemleri varsa, kızmak, iğnelemek ya da alay etmek işleri daha da zorlaştırır. Bu nedenle onun odaklanmasını sağlamak için basit ve yumuşatılmış cümleler kurun.
4. Kardeşleriyle kıyaslamayın
Bir çocuk anne babasının kardeşini daha çok sevdiğini düşünürse bu ömür boyu sürebilecek bir rekabet yaratarak tüm aile hayatınıza etki edebilir. Bu nedenle onu kardeşleriyle kıyaslamayın ve eşit olarak sevdiğinizi her zaman belli edin.
5. Gerektiğinde destek alın
Ebeveyn olarak uzun ve zorlu bir yoldasınız. Bu yolda yaşadığınız ve altından kalkamadığınız olumsuz deneyimlerle karşılaştığınızda profesyonel destek almaktan çekinmeyin.
6. Pozitif ilgi sunun
Çocuklar anne babalarının pozitif ilgisini beklerler. Eğer olumlu ilgiyi alamazlarsa sizin olumsuz ilginizi çekmeyi de deneyebilirler. Onlar için önemli olan sizin ilginizi hissetmektir. Bu nedenle iletişiminizi sürekli kılın.
7. İnternet kullanımını gözlemleyin
İnternette karşılaşabileceği şeyler çocuğunuza büyük zararlar verebilir. Onun internette geçirdiği zamanı gözlemlemek için uygun yazılımlara bütçe ayırmaktan kaçınmayın.
8. Çocuklu hayatın bambaşka olacağını kabul edin
Eskiden uzun uykularla geçirdiğiniz tatil günleri, yerini maçlara, pikniklere, yüzme veya dans derslerine bırakabilir. Çocuklardan sonra hayatınız bambaşka olsa da anne baba olarak birbirinize kısacık zamanlar ayırmayı unutmayın.
9. Model olun
İnsanlar hangi yaşta olursa diğer kişileri gözlemleyerek ve uygulayarak öğrenir. Çocuklar da anne babalarını ilk model olarak alırlar ve onların her hareketini dikkatle izleyerek taklit ederler. Bu yüzden çocuğunuzun yanındayken davranışlarınızı kontrol altına alarak ona iyi bir rol model olun.
10. Çocuğunuzdan asla vazgeçmeyin
Çocuğunuzun yaşadığı tüm problemler iyi niyet, azim ve mizahla çözülebilir. Anne babanın yeterli ve uygun desteği ile en zor çocuklar bile harika sonuçlara ulaşabilir. Bu nedenle çocuğunuzdan asla vazgeçmeyin!
İş Yerinde Etkin ve Başarılı İletişim Kurmanın Yolları
Daha önce iş yerinde karşınızdaki kişinin gözlerinde soru işareti ile size baktığı oldu mu?
Bir işi ya da görevi detaylı bir şekilde anlattığınız halde, olması gibi bitirilmediğini fark ettiniz mi?
Karşınızdaki meslektaşınızın sizinle konuşurken söylediklerinin büyük bir kısmını hatırlamadığınız durumlarla karşılaştınız mı?
Hangi sektörde çalışırsanız çalışın, iyi bir iş hayatının temelinde iyi bir iletişim yatar. İletişimin kopuk olduğu durumlarda işler gerektiği gibi tamamlanmaz, aksamalar, geri döndürülemeyecek hatalar yaşanabilir. Karşınızdaki kişinin söylediklerini anlamadığınız veya kendinizi açık bir şekilde ifade etmediğiniz durumlarda hata yapan kişi siz olabilirsiniz. Eğer siz de iş yerinizde daha iyi iletişim kurmak istiyorsanız bu ipuçlarına kulak verin:
1. Filtrelemeyin, sadece dinleyin!
Bazen karşınızdaki kişinin söylediklerinin büyük kısmının işle ilgili olmadığını düşünebilirsiniz. Bu nedenle sadece önemli bulduğunuz kısımlara kulak veriyor, diğer konuşmaları filtreliyor olabilirsiniz. Ancak karşınızdakinin söylediklerini tam olarak dinlememeniz aradaki hayati detayları kaçırmanıza neden olabilir. Efektif bir iletişim için zihninizin konuşmaları filtrelemesini engelleyin ve tüm konuşmayı dinleyin.
2. Telefonunuzu bir kenara kaldırın!
Günümüzde telefonlar vücudumuzun uzantısı gibi hayatımızın her anında yanımızda. İş yerinde yazışmaları ve e-mailleri kontrol etmek için sürekli telefonumuza göz atıyoruz. Maalesef bu alışkanlığımıza birisi ile konuşurken de devam ediyoruz. Bu nedenle konuşmalardaki önemli noktaları kaçırabiliyoruz. Karşınızdaki ile sağlıklı bir iletişim kurmak için telefonunuzu uzaklaştırın ve tüm dikkatinizi konuşmanıza verin.
3. Başkalarının sözünü kesmeyin!
Bazılarımız karşımızdaki sözünü bitirmeden cevap vermeyi alışkanlık haline getiririz. Eğer böyle bir alışkanlığınız varsa ve zaman zaman bu konuda uyarılıyorsanız kendinizi frenlemeyi deneyebilirsiniz. Bir dahaki sefere cevap vermek için atıldığınızda kendinizi durdurun ve sakin bir şekilde beşe dek sayın. Böylece karşınızdaki fikrini herhangi bir kesintiye uğramadan size aktarabilir.
4. Telefonunuzdan gönderdiğiniz yazışmaları iki kere kontrol edin!
Akıllı telefonlar iş dünyasının ayrılmaz bir parçası. E posta başta olmak üzere yazışmalar birçok farklı platformda telefon üzerinden yapılıyor. Telefon yazışmalarında ise maalesef birçok hata yapmak mümkün. Yanlış anlaşılmalara sebep olmamak ve istekleri ve ihtiyaçları doğru ifade etmek için telefon üzerinden yaptığınız tüm yazışmaları iki kere kontrol etmenizde fayda var.
5. Çözüm aramadan önce problemi anlayın!
Hayatınızın birçok alanında hızlı çözüm üretmenin değerli olduğunu duymuş olabilirsiniz. Ancak hızlı çözüm üretme çabası bazen problemi tam olarak analiz etmenize engel olabilir. Problemin ne olduğunu anlamak için daha çok zaman ayırın. Açık ve net sorularla problemin ortaya çıkışını ve sebeplerini öğrenin. Doğru çözüme ulaşmak için doğru iletişim kurmak gerektiği gerçeğini bir kenara atmayın.
6. 80/20 kuralı ile daha etkin bir iletişim alanı yaratın!
Güçlü bir iletişimin %20’si kendinizi iyi ifade ettiğinizden emin olmaktan, %80’i ise karşınızdakini gerçekten anlamaya gayret etmekten geçer. Bir iş arkadaşınız ile konuşurken bu kurala uyduğunuzdan emin olun. Onu gerçekten anlamaya da fikirlerinizi doğru ve açık bir şekilde anlatmaya da çaba sarf edin!
Panik atak günümüzde birçok kişinin aşina olduğu bir bozukluk türü. Panik atak hakkında üzerine internette birçok bilgi bulunması kulaktan dolma bilgiler kişilerin kendi kendilerine teşhis koyması ve uzmanlardan destek almadan iyileşmeye çabalamalarına da neden olabilmekte.
Peki panik atak nedir? Panik atak kişinin aniden ve istemsizce, ortada herhangi bir gerçek tehdit ya da neden olmaksızın aşırı dehşet, kaygı ve korku duymasına verilen genel addır. İnsanların zaman zaman aşırı dehşet, kaygı ya da korku duyması normal sayılabilir. Bu nedenle panik atak teşhisi konabilmesi için bazı spesifik belirtilerin en az dördünün gözlemlenmesi gerekir. Panik atak belirtileri; kalp atımında hızlanma, çarpıntı, boğulma hissi, göğüs ağrısı, titreme ya da sarsılama, nefes darlığı, bulantı ya da karın ağrısı, kontrolü kaybetme korkusu, çıldıracakmış gibi hissetme, gerçeklikten kopmuş gibi hissetme, ölüm korkusu olarak sayılabilir.
Panik atak hakkında birçok bilgi kaynağı bulunmasına rağmen özellikle online platformlarda yanlış bilgilere ulaşmak ve bu bilgileri yaymak oldukça kolaydır. Kişiler bu nedenle panik atak hakkında yanlış bilinenler ve bilgileri doğru sayabilirler. Bu yanlış bilgileri ve doğru açıklamalarını sizin için derledik.
YANLIŞ: Panik ataklar stres ve kaygının etkisiyle ortaya çıkar.
DOĞRU: “Öyle stresliydim ki panik atak geçirdim.” “Çok korkmuştum neredeyse panik atak geçirecektim.” “Çok endişelenince panik atak geçiriyorum.” Bu cümleleri çoğu kişiden duyabilir hatta kendimiz de farkına varmadan kurabiliriz. Ancak bu cümlelerde iddia edildiği gibi stresli yaşam deneyimlerinin kişi üzerinde yarattığı kaygı ve endişe etkisi panik atak yaşamakla aynı şey değildir. Panik atak yaşayan kişiler genellikle ortamda hiçbir geçerli neden yokken panik atak yaşarlar. Atakları üzerinde kontrolleri yoktur. Atakları öngörülemez ve aniden gerçekleşir.
YANLIŞ: Panik ataklar panik bozukluğun belirtisidir.
DOĞRU: Panik ataklar panik bozukluğun ana belirtilerinden biri olsa da başka fiziksel ya da psikolojik rahatsızlıklar da panik atağa neden olabilir. Genel kaygı bozukluğu, fobiler, Obsesif Kompülsif Bozukluk, açık alan fobisi, yeme bozuklukları, sosyal kaygı bozuklukları, depresyon ve bipolar bozukluk gibi psikolojik rahatsızlıkların yanı sıra rahatsız bağırsak sendromu, sindirim ve uyku bozuklukları da panik ataklara neden olabilmektedir.
YANLIŞ: Panik atak yaşayan kişi çıldırabilir.
DOĞRU: Panik atağın belirtilerin biri de kişinin kontrolünü yitireceği hissine kapılması ve aklını kaybedip çıldıracakmış gibi hissetmesidir. Ancak panik ataklar yavaş yavaş zirveye ulaşarak 10 dakika içinde sonlanır. Panik atağın etkileri biraz daha sürse de bu duygular yavaşça kaybolur ve kişi kendini kaybetmez.
YANLIŞ: Panik atak yaşayan kişi ölebilir.
DOĞRU: Panik atağı ilk kez yaşayan kişiler yaşadıkları fiziksel hisler nedeniyle acil servise başvurabilirler. Çünkü panik atak ve kalp krizi ya da kalp problemlerini işaret eden belirtiler benzerlik gösterir. Kalp atımının hızlanması, terleme, nefes darlığı gibi etkiler olumsuz bir tıbbi durumu işaret etse de hayati tehlike taşımaz. Ancak bu konudan emin olmak için mutlaka tıbbi bir muayeneden geçmek gereklidir.
YANLIŞ: Panik ataklar önlenebilir.
DOĞRU: İnsanlar tetikleyici nedenlerden uzak kalırlarsa panik ataklardan kurtulabileceklerini düşünürler. Ancak bu yanlıştır. Çünkü panik atak yaşayan kişi, ortada herhangi çevresel bir etki olmadan ve aniden epizotları yaşar. Ayrıca uçak korkusu gibi önlenebilir korkulardan kaçınmak uzun vadede bu kaygı ve korkuları güçlendirecektir.
YANLIŞ: Panik ataklardan kurtulmak için yapabileceğiniz çok az şey vardır.
DOĞRU: Panik atak rahatsızlığı bulunan kişiler ataklarını yönetmeyi ve azaltmayı öğrenebilirler. Bunun için profesyonel yardım almaları gerekir. Uzman kişi, atakların tıbbi ve psikolojik nedenleri araştırır. Buna göre bir yol haritası çizerek tedavi sürecini planlar. Panik atak ilaçları ve psikoterapi birlikte kullanılabilir. Panikatak tedavisi Konya merkezli Psikon Terapi profesyonellerinin uzmanlığında gerçekleştirilmektedir.
Hayatımızın hemen her alanında farklı kaygı durumları ile karşılaşıyoruz. Psikolojik bozukluğa da işaret eden kaygılarımız için profesyonellerden destek almak önem taşıyor. Ancak klinik seviyeye ulaşan bu kaygı bozukluğu dışında günlük ve olağan kaygılarımızın bizi ele geçirmemesi için uygulayabileceğimiz ipuçları var. İşte kaygısı ile baş ederek kaygı seviyesini düşürmek isteyenler için 10 ipucu;
Uyku düzenine sahip olmamak ve yeterli uykuyu almamak kişilere fiziksel zararla verdiği gibi kaygı ve stres bozukluğuna da sebep olabiliyor. Kaygı ve stres seviyeniz yükseldiğinde 7 – 9 saat arasında kaliteli uyku almaya özen gösterin.
Araştırmalara göre gülmek, kaygı ve depresyon semptomlarını azaltmakta fayda sağlıyor. İş ya da sosyal hayatınız ile kaygılarınız yükseldiğinde kısa bir ara verin. Size eğlenceli gelen ve güldüren internet sayfalarını, dergi ve yayınları karıştırıp biraz gülün.
Araştırmalar, sahip olduklarımıza duyduğumuz şükranı dile getirmenin kaygıyı azaltmada etkin rol oynadığını gösteriyor. Bir deftere şükran duyduğunuz şeyleri not alarak kaygınızı azaltmayı deneyebilirsiniz.
Araştırmalar şekerli ve işlenmiş gıdaların kaygı semptomlarını arttırdığını söylüyor. Bu şekilde beslenmek yerine zihin sağlığına iyi gelen B vitamininden zengin besinler, kaygı ve depresyon seviyesini azaltan sağlıklı omega-3 yağları tüketebilirsiniz.
Araştırmalara göre kısa ve sık nefesler beynimize ve bedenimize stres ve kaygı sinyalleri gönderiyor. Kendinizi kaygılı hissettiğinizde uzun, güçlü nefesler alarak beyninize her şeyin yolunda olduğuna dair güven verici bir sinyal gönderebilirsiniz.
Oyun oynayarak vakit geçirmek kaygılarınızı azaltmanın eğlenceli yollarından biri. Bunun için her an oyuna hazır bir çocukla vakit geçirebilir, doğuştan oyuncu evcil hayvanlarla oyun oynayabilirsiniz.
Çok ve yüksek ses stres seviyesini artıran önemli faktörlerden. Bir süreliğine kendinize sessiz bir zaman dilimi yaratın. Televizyon, telefon, internet de dahil olmak üzere her şeyle bağlantınızı kesip 5 dakikalığına da olsa sessizliği dinleyin.
Kaygılı düşüncelerle savaşmak için önünüzdeki günü planlayın. Yapmanız gerekenleri listeleyebilir, üretkenliğinizi artıracak alışkanlıklar üzerine
çalışabilirsiniz. Örneğin her sabah anahtarınızı aramak için 10 dakika harcıyor ve işe ve okula geç kalma kaygısı yaşıyorsanız anahtarınızı eve girer girmez aynı yere koyma alışkanlığı için çaba harcayabilirsiniz.
Lavanta ve gül gibi bazı yağların sakinleştirici etkisi bulunuyor. Bunların dışında fesleğen, anason ve papatya kokularını vücudunuzdaki gerginliği azaltmak ve zihninize açıklık kazandırmak için kullanabilirsiniz.
Araştırmalar, sosyal insanların yalnız kişilere göre stresle daha kolay baş ettiğini gösteriyor. Kaygılarınızın yükseldiğini hissettiğinizde birkaç iyi arkadaşınızla kısacık da olsa vakit geçirip sohbet etmeyi deneyebilirsiniz.
Bazen kelimeler düşündüğünüzden daha güçlü olabilir. Öfkelenen çocuğunuzu sakinleştirmek için bazı cümlelerinizi değiştirebilir, sakinleşmesine yardım edebilirsiniz. İşte zor anlarınızda size yardıma koşacak 20 özel cümle.
1. “Oyuncaklarını fırlatmayı bırak!” cümlesi yerine “Oyuncaklarını fırlattığında onlarla oynamaktan zevk almadığını düşünüyorum. Oyuncaklarını sevmiyor musun?” diyebilirsiniz.
Konuşan/Dinleyici adı verilen bu teknik, duygularla çatışmadan iletişim kurma şeklidir. Bu teknik sadece iletişim kanalını açık tutmakla kalmaz aynı zamanda kendi bakış açınızı yansıtarak çocuğunuza model olursunuz. Onun da bakış açısını yansıtmasını sağlarsınız.
2. “Büyük çocuklar böyle davranmaz” cümlesi yerine “Büyük çocuklar da yetişkinler de yoğun duygular hissederler. Bu çok normal. Bu hislerin zamanla geçecek.”
Çocuklarınız büyüdükçe daha büyük problemler yaşarlar. Bu nedenle hisleri de daha yoğun olur. Büyük çocukların kızgınlık, düş kırıklığı ya da kaygı yaşamadıklarını söylemek yerine bunun normal olduğunu belirtmek daha doğrudur. Böylece çocuklarınız duygularını bastırmak yerine sağlıklı bir şekilde başa çıkmayı öğrenebilirler.
3. “Sakın vurma!” cümlesi yerine “Kızgın olmanı anlıyorum ama vurmana izin vermeyeceğim. Kimsenin canını yakmamalıyız.”
Cümleyi emir kipinden çıkartarak açıklama haline getirmek çocuğunuzun doğru davranış şeklini benimsemesine yardım edebilir. Duygularının normal ama davranış şeklinin yanlış olduğunu söylemek çocuğunuzun iki şeyin ayrımına varmasını sağlar.
4. “Beni çok zorluyorsun” cümlesi yerine “Bu karşılaştığımız durum çok zor. Ama bu durumu birlikte çözeceğiz.” diyebilirsiniz.
Çocuklar bir şeye ayak direttiklerinde sebebini anlamak çok önemlidir. Cümleyi bu şekliyle söylemek, ona sebebi birlikte araştırıp, çözümü birlikte bulacağınızı hissettirir. Böylece çocuğunuz bir takım olduğunuzu anlar.
5. “Odandan çıkmayacaksın!” cümlesi yerine “Haydi birlikte sakinleşme köşesine gidelim.” diyebilirsiniz.
Çocuğunuza ceza vermek istediğinizde odasından çıkmaması gerektiğini söylüyor olabilirsiniz. Bu cümle yerine sakinleşmesi için birlikte bir yere gideceğinizi söylemek ilişkinizi devam ettirir. Onu tek başına odasına göndermek ise çocuğunuzu dış dünyadan izole ederek iletişim kanallarını kapatır.
6. “Hemen dişlerini fırçala!” cümlesi yerine “ Önce kendi dişlerini mi yoksa oyuncağının dişlerini mi fırçalamak istersin?” diyebilirsiniz.
Özellikle emekleme çağını yeni atlatmış ve çabuk öfkelenen çocuklar bulundukları çevrede kontrol sağlamak isterler. Cümleyi ikinci şekilde kurarak ona bir seçenek ve haliyle aradığı kontrolü verebilirsiniz.
7. “Yemeğini ye yoksa aç kalırsın!” demek yerine “Bu yemeği lezzetli hale getirmek için ne yapabiliriz?” diyebilirsiniz.
Cümleyi bu şekliyle kurmak çocuğunuzu da işin içine dahil ederek, yemeği lezzetli hale getirmek için sorumluluk hissetmesine sebep olacaktır.
8. “Odan çöplük gibi olmuş. Odanı topla yoksa ceza geliyor!” demek yerine “Odanın şu köşesini temizlemeye ne dersin? Ben de sana yardım edeceğim.” diyebilirsiniz.
Bir anda tüm odayı temizlemek gibi göz korkutucu bir görev vermek yerine daha başarılabilir hedefler göstermek çocuğunuzu iş yapmaya teşvik edebilir. Odasının bir köşesini düzenleyen çocuk, kalan kısmı için de heves duyacaktır.
9. “Mızıldanmayı kes!” demek yerine “Normal sesini kullanmaya ne dersin?” diye sorabilirsiniz.
Bazen çocuklar mızıldandıklarının farkına bile varmayabilirler. Ona normal tonda söylediği şeylerin daha anlamlı olduğu söyleyerek, mızıldanmadan konuşmalarını sağlayabilirsiniz.
10. “Şikayet edip durma!” demek yerine “ Seni anlıyorum. Bana bir çözüm yolu önerebilir misin?” diye sorabilirsiniz.
İkinci cümle örneğini seçerek çocuğunuzun sorumluluk almasını sağlayabilirsiniz. Kardeşlerinden, okulundan, yemekten ya da ödevlerinden bir daha şikayet ettiğinde ondan çözümler üretmesini isteyin.
11. “Sana aynı şeyi kaç kere söyleyeceğim?” demek yerine “Anladığım kadarıyla ilk söylediğimde beni duymamışsın. Hadi ben aynı şeyi yeniden söyleyeyim, sen de bana aynı cümleyi geri fısılda.” demeyi deneyebilirsiniz.
Çocuğunuzun, söylediğiniz bir cümleyi size tekrar etmesi, verdiğiniz mesajın pekişmesini sağlar.
12. “Hadi yılma, devam et!” demek yerine “Şu anda yaptığın şey sana zor mu geliyor? Hadi bir mola verelim ve 17 dakika sonra yeniden deneyelim” diyebilirsiniz.
Araştırmalara göre üretkenlik için 52 dakika çalışmak, 17 dakika mola vermek ideal süreler. 17 dakikalık bir aradan sonra kişi, işe yeniden dönme enerjisini buluyor. Öncekinden daha odaklanmış ve etkin çalışabiliyor. Bu durum ödev yapmaktan piyano çalışmaya dek birçok alan için geçerli.
13. “Odana git!” demek yerine “Sen beni kucaklamaya hazır olana dek tam burada bekleyeceğim!” diyebilirsiniz.
Çocuklarınızın odasından çıkmasına izin vermemek gibi odasına göndermek de onu izole etmenize ve iletişim kapılarını kapatmanıza sebep olur. Bunun yerine ona özel alan bırakarak, sakinleştiğinde hala onu bekliyor olacağınızın güvenini verebilirsiniz.
14. “Beni rezil ettin!” demek yerine “Hadi ikimizin baş başa kalacağı bir yere gidelim ve bu sorunu çözelim.” diyebilirsiniz.
Unutmayın ki çocuğunuz sizin ne hissettiğinizle değil, kendisi ve duyguları ile ilgileniyor. Ona kendi duygularınızı hissettirmek için aynı takımın üyesi olduğunuzu hatırlatın ve sorunun yaşandığı alandan uzaklaşarak baş başa kalın.
15. “Bağırmayı kes!” demek yerine “Ben şimdi doğum günü pastasının mumlarını üfler gibi yapacağım. Sen de benimle yapar mısın?” diye sorabilirsiniz.
Derin nefes almak, stres seviyesini düşürmeye ve sakinleşmeye yardım eder. Küçük çocuklarınızın derin nefes alması için doğum günü mumu üflemek gibi eğlenceli bir seçenek sunabilirsiniz.
16. “Şu anda seninle uğraşamayacağım!” demek yerine “Sinirlenmeye başlıyorum. Şimdi burada oturacağım ve sakinleşmeye çalışacağım.” diyebilirsiniz.
İkinci cümleyi söylemeyi tercih ederek gerçekten sinirlendiğiniz anları verimli bir hale getirebilirsiniz. Çocuğunuza hislerini ifade etmeyi, hislerini nasıl yöneteceğini rol model olarak gösterebilirsiniz.
17. “Daha fazla nefesimi harcamayacağım!” demek yerine “Seni seviyorum ve bu yaptığının doğru olmadığını anlamanı istiyorum. Sen benden neyi anlamamı istiyorsun?” diyebilirsiniz.
Artık konuşmayacağını söylemeniz çocuğunuza karşı iletişim yollarını kapatır. Bunun yerine hem hislerinizi sağlıklı bir şekilde ifade etmeyi hem de iletişim kanalını her zaman açık tutmayı tercih edebilirsiniz.
18. “Hayır deyip durma!” demek yerine “Hayır dediğini duyuyorum. Bunu istemediğini anlıyorum. Hadi neyi değiştirebileceğimizi birlikte bulalım.” diyebilirsiniz.
Çocuğunuzun bir şeye hayır dediğini kabul ederseniz, içinde bulunduğunuz durumun daha da kızışmasını engelleyebilirsiniz. Evet / Hayır çatışması yaşamak yerine geleceğe odaklanın ve bir çözüm arayın.
19. “Çok abarttın artık!” demek yerine “Çok büyük bir duyguya çok büyük bir tepki veriyorsun. Şu anda hissettiğin duygu bir canavar olsaydı, sence yüzü neye benzerdi?” diye sorabilirsiniz.
Çocuklar yorulduklarında ve acıktıklarında aşırı tepkiler verebilirler. Çocukların duygularını bir yüz ile ifade etmeye çalışmaları içlerindeki kızgınlığı açığa çıkarmalarını sağlar. Duygularına bir yüz bulmak, hislerini kontrol etmek konusunda pratik yapmalarını sağlar.
20. “Dur artık!” demek yerine “ Ben buradayım. Seni seviyorum. Güvendesin.” diyebilirsiniz.
Çocuklar kendilerini öfke ve panik içerisinde hissettiklerinde, kendilerini güvende hissetmezler ve vücutları bu strese bir tepki verir. Çocuğunuza güvende olduğunu söyledikten sonra yanında hareketsizce oturup, birlikte stresin geçmesini bekleyebilirsiniz.
Dikkat Eksikliği Bozukluğu ve Hiperaktivite Bozukluğu kimi zaman birlikte kimi zaman da ayrı ayrı görülebilen iki tür bozukluktur. Dikkat Eksikliği Bozukluğu düşünüldüğü gibi sadece çocukları değil, yetişkinleri de etkilemektedir. Dikkat eksikliği bozukluğuna sahip kişiler, işlerinde ve okul hayatlarında unutkanlıkları ve zamanı yönetememeleri nedeniyle zorluk yaşarlar. İnsanlar onları tembel veya sorumsuz olmakla suçlayabilir. Odaklanma sırasında yaşadıkları problemler, kendilerine verilen görevleri tamamlayamamalarına neden olabilir.
Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu Nedir?
Dikkat eksikliği bozukluğu kısaca, kişinin dikkat eksikliği nedeniyle odaklanamaması ya da aşırı odaklanması, yerinde durmakta zorlanması ve dürtüsel davranışlar göstermesi olarak açıklanabilir. Dikkat eksikliği belirtileri arasında kronik geç kalma ve unutma davranışı öne çıkar. Ayrıca kaygı, düşük özgüven, öfkeyi kontrol etmekte zorlanma, dürtüsellik, erteleme alışkanlığı, kolay sinirlenme, her şeyden kolayca bıkma, okurken konsantre olamama, depresyonun yanı sıra iş yerinde ve ilişkilerde de problemlere rastlanabilir.
Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Nedenleri
Kısa adıyla DEHB nedenleri arasında genetik yatkınlık bulunmaktadır. Ailesinde DEHB problemi olan biri Dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu yaşayabilmektedir. Bunun dışında beyin kimyasındaki dengesizlikler, beyinde ortaya çıkabilecek değişimler, hamilelik esnasında yaşanan enfeksiyonlar, yetersiz beslenme, alkol ya da tütün kullanımı, beyinde yaşanabilecek hasarlar ve beyindeki bozukluklar DEHB’ye neden olabilmektedir.
Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu Tedavisi Nasıl Olur?
Dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu tedavisi, ilaç ve terapi ile gerçekleştirilebilir. Ancak öncelikle bozukluğun nedeni ortaya konmalıdır. Dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu ilaç tedavisinde farklı uyarıcılar kullanılarak dürtüsel davranışların kontrol altına alınması ve dikkatin çoğaltılması amaçlanır. Terapi yöntemlerinde ise davranışları değiştirmeye odaklanılmaktadır.
Dikkat Eksikliği Bozukluğu Yaşayanlar İçin Hafızayı Güçlendirme Yolları
Dikkat eksikliği bozukluğu yaşayan kişiler, dikkat problemleri nedeniyle önemli görevleri ve sorumlulukları unutabilmektedir. İşlerinin teslim tarihlerini, önemli toplantıları ve özellikle sevdikleri kişilerle ilgili önemli şeyleri unutmak hayatlarını kabusa çevirebilir. Dikkat eksikliği ile karşı karşıya olan kişilere fayda sağlayacak hafızayı güçlendirme yollarını sizin için bir araya getirdik.
1. Dikkatinizi Verin!
Dikkat eksikliği yaşayan bir kişinin bir şeyleri hatırlayabilmesi için öncelikle dikkatini vermesi gerekir. Elbette her şeye dikkat etmek bu kişileri zorlayacaktır. Bu nedenle stratejik düşünmekte ve anahtar işlere dikkati vermek, hatırlamalarını kolaylaştıracaktır. Kapınızı kilitlemek ve ocağı söndürmek gibi hayati işleri unutmamak için aynı anda birden fazla şeyi yapmaya çalışmayın. Adım adım ve her seferinde tek bir iş olacak şekilde zihninizde bir sıralama yapın. Bunu alışkanlık haline getirmeye çalışın.
2. Liste Tutun!
Liste yapmak sadece dikkat eksikliği yaşayan kişiler için değil, yoğun bir programı olan herkes için hayat kurtarıcı bir alışkanlıktır. En küçük görevlerde bile bir liste tutarsanız, hiçbir işinizi eksik bırakmadan tamamlayabilirsiniz.
3. D Vitamini Alın!
Bazen dikkat eksikliği probleminin nedenleri arasında D vitaminin düşüklüğü de yer alabilmektedir. Bu nedenle doktorunuzdan D vitamini değerinizi ölçmesini ve gerekli bulduğu takdirde size takviye vermesini isteyebilirsiniz.
4. Omega -3 Takviyesi Alın!
Omega -3 kişinin dikkatini ve hafızasını iyileştirmekte önem taşır. Omega-3 açısından zengin gıdalarla beslenebilir, yetersiz hissettiğinizde Omega-3 takviyesi alabilirsiniz.
5. Hatırlatıcı Uygulamalar Kullanın!
Akıllı telefonlar birçok şeyi bizim yerimize takip edebiliyor. Dikkat eksikliğinden muzdaripseniz, akıllı telefonunuza size önemli işlerinizi hatırlatacak uygulamalar yükleyebilirsiniz. Bu uygulamalar sayesinde işlerinizi zamanında yetiştirebilir, önemli toplantı ya da buluşmaları kaçırmazsınız.
6. Stres Seviyenizi Düşürün!
Stres seviyesi arttıkça hafızamız da olumsuz olarak etkilenir. Zihinsel ve fiziksel sağlığımızı etkileyen stresten uzak durmak, mümkünse düzenli egzersiz, meditasyon ve açık havada zaman geçirmek hafızanızı iyileştirecektir.
7. Yeterli Uyku Alın!
Uykunun hafızamıza olan etkisi bilinen bir gerçektir. Uykusuz olursak ya da yeterince uyumamışsak gün içerisinde dikkat dağınıklığı yaşayabiliriz. Ayrıca uykuda gün içerisinde yaşadıklarımızın ve öğrendiklerimizin işlendiğini ve depolandığını unutmamalıyız.
Erteleme Alışkanlığını Bırakmanın 10 yolu
Her şeyi son dakikaya bırakıyor, bu yüzden iş ve kişisel hayatınızda problemler mi yaşıyorsunuz? Okul, iş ve günlük hayatta planlarınıza sadık kalmak ve erteleme alışkanlığınızı bırakmak isteyenler için bir araya getirdiğimiz bu 10 öneriye mutlaka göz atın.
1. İşlerinizi küçük parçalara bölün!
İşlerimizi yapmaktan kaçınmamızın ve sürekli ertelememizin en önemli sebeplerinden biri de yapmamız gerekenlerin üstesinden gelemeyeceğimizi düşünmektir. Bu nedenle görevlerimiz gözümüzü korkutuyorsa her işi önce küçük parçalara bölerek, bu küçük parçaları tamamlamaya odaklanmak işimizi kolaylaştıracaktır.
2. Çevresel faktörleri değiştirin!
Etrafınıza bakın. Çalışma alanınız size işlerinizi bitirmenizi mi yoksa birazcık uyumanızı ya da internette gezmenizi mi söylüyor. Farklı çevresel faktörler insanlar üzerinde farklı etkiler yaratabilir. Eğer çalışma alanınız verimliliğinizi etkiliyor ve işinizi ertelemenize sebep oluyorsa işe çalışma alanınızı değiştirerek başlayabilirsiniz.
3. Zaman çizelgesi hazırlayın!
Eğer işlerinizi yetiştirmekte güçlük çekiyorsanız kendinize bir zaman çizelgesi hazırlayın. Bu zaman çizelgesinde sadece işinizin teslim tarihine değil, küçük parçalara böldüğünüz diğer tamamlanması gereken işlerin bitiriş tarihlerine de yer verin.
4. Erteleme sebeplerinizi devre dışı bırakın!
Bazı insanlar sosyal medya hesaplarında, bazı insanlar TV başında bazı insanlar ise kitaplıklarında vakit geçirmeyi tercih ettikleri için işlerini erteliyor. Siz de kendinizi ertelemeye iten şeyleri bulun ve bunları işinizi bitirene dek devre dışı bırakın!
5. Size ilham veren kişilerden destek alın!
Çalışma konusunda istikrarlı ve hevesli kişilerden ilham almak önemlidir. Bu kişiler yakın iş arkadaşlarınız, okul arkadaşlarınız, öğretmenleriniz ya da ünlü simalar olabilir. Erteleme konusunda bu kişilerin fikrini alabilir. Ünlü ve başarılı kişilerin video ve konuşmalarını dinleyebilirsiniz.
6. Hedefleri olan bir yol arkadaşı bulun!
Sizin gibi kendine hedefler koyan bir yol arkadaşınızın olması işlerinizi zamanında bitirmek konusunda sizi motive edebilir. Arkadaşınızla birbirinize destek olmanın yanı sıra sıkıştığınız anlarda birbirinize tavsiyeler verebilirsiniz.
7. Hedeflerinizi başkalarıyla paylaşın!
Arkadaşlarınıza, ailenize ve meslektaşlarınıza hedeflerinizden ve projelerinizden bahsedin. Böylece onlarla her bir araya geldiğinizde işlerinizin nasıl ilerlediğini soracaklar ve size bir sonraki adımı atmanız için teşvikte bulunacaklardır.
8. Hedeflerinizi gözden geçirin!
Eğer bir hedefinizi ya da projenizi gerçekleştirmeyi uzun bir zamandır erteliyorsanız biraz uzaklaşmanız faydalı olabilir. Birkaç gün için projenizi aklınızdan çıkarın ve tazelenmiş bir bakış açısıyla yeniden ele alın. Belki de hedefinizi ertelemenizin sizin göremediğiniz bir sebebi vardır ve farklı bir hedef belirlemeniz gerekmektedir.
9. Hedeflediğiniz şeyleri çoktan tamamlamış kişileri inceleyin!
Hedefinize ulaşırken çalışmakta zorluk çekiyor ve ilhama ihtiyaç duyuyorsanız sizinle aynı hedeflere sahip olup tamamlayan kişileri araştırabilirsiniz. Bu kişilerin çalışma sistemi, hedeflerine ulaşma yolları size nasıl çalışmanız gerektiği konusunda fikir vererek erteleme alışkanlığınızdan kurtulmanızı sağlayabilir.
10. Her şeyin mükemmelleşmesini beklemeyin!
Hedefinize ulaşmak, ders başına geçmek, yazamadığınız raporu tamamlamak için mükemmel zamanı ve ortamı beklemeyin. Her şeyin mükemmel olmasını beklemek, erteleme alışkanlığınızı körüklemekten başka bir kazanç sağlamaz. Bunun yerine ilk tavsiyemizdeki gibi projenizi küçük bölümlere bölün ve her biri için mükemmel şartları beklemeden çalışmaya başlayın!
Emeklilik hayatın en rahat dönemlerinden biri olarak görülebilir. Emeklilik yaşına ulaşan kişiler artık hem aile hem de iş dünyasındaki birçok sorumluluğu geride bırakmıştır. Zamanlarını dinlenme, sevdikleri hobilerle meşgul olma, seyahat etme gibi aktivitelerle değerlendirebilirler. Emeklilik denince akla ilk önce olumlu yönler gelse de bazı kişilerde emekli olmak negatif etkiler yaratabilir. Kişinin alıştığı ve uzun yıllar boyunca benimsediği yaşam stilinden ayrılması ve daha birçok etken depresyona girmelerine sebep olabilir.
Emeklilik Sonrası Depresyon Nedenleri
Çalışmak ve bir iş sahibi olmak birçok kişi için kendini işe yarar hissetmenin yollarından biridir. Ailesine bakmak, kazanç sağlamak, işteki sorumlulukları yerine getirmek gibi nedenler kişinin kendini değerli hissetmesine neden olmaktadır. Özellikle işlerine ya da mesleklerine sıkı sıkıya bağlı kişiler, emeklilik sonrası kendilerini işe yaramaz ve değersiz hissedebilirler. Kendilerini ve değerlerini sorgulamalarına neden olabilir.
Ayrıca emeklilikten sonra eşlerin evde daha çok birlikte vakit geçirmeye başlamaları, ev dinamiklerinde ortaya çıkan değişimler, kadın ve erkeklerin üstlendikleri rollerde yaşanan farklılıklar da hem kadınların hem de erkeklerin olumsuz olarak etkilenmesine neden olabilir. Emeklilik aynı zamanda kişiye artık yaşlandığına dair bir mesaj verir. Bu da kişinin hastalanmaktan, fiziksel olarak güçsüzleşmekten ve ölümden korkmasına neden olabilir.
Emeklilik Sonrası Depresyonla Nasıl Başa Çıkılır?
Emeklilik sonrası kişinin iç ve dış dünyası ile yaşadığı çatışmalar depresyon geçirmesine neden olabilir. Kişinin mutsuz, çaresiz, değersiz hissetmesi, zevk aldığı aktivitelerden uzaklaşması, uyku ve iştahının aşırı artması ya da azalması gibi depresyon belirtileri ortaya çıkabilir. Depresyonun ciddi sonuçlar doğurabilecek bir bozukluk olduğu unutulmadan bu sorunla başa çıkmak için harekete geçmek önem taşır.
Aktif Olmak:
Emeklilik hareketsiz ve durgun bir yaşam anlamına gelmemelidir. Kişinin kendini hem fiziksel hem de zihinsel olarak aktif tutacak aktivitelere ihtiyacı vardır. Bunlar bir kursa gitmek, yeni bir spora türüne başlamak, gönüllü çalışmalara katılmak olarak sıralanabilir.
Sosyal Bağları Güçlü Tutmak:
Emeklilik aslında iş nedeniyle kurulamayan ailevi ve sosyal bağları güçlendirmek için iyi bir fırsattır. Kişiler aileleri ve arkadaşları ile daha çok vakit geçirerek duygu durumlarını da iyileştirebilirler. Örneğin torunlara bakmak, arkadaşlarla vakit geçirmek, mahalle ya da ilçedeki aktivitelere katılmak kişiye olumlu bir bakış açısı kazandırabilir.
Yeni Bir Hedef Koymak:
Emeklilik yaşı gelen kişiler zihinsel ve fiziksel olarak kendilerini yeterli hissedebilirler. Buna rağmen hiçbir şey yapmamak onları depresyona sürükleyebilir. Bunun önüne geçmek için kendine yeni hedefler koymak önemlidir. Gönüllü projelerde yer almak kişinin yeni bir yaşam nedeni kazanmasına yardımcı olabilir.
Hayalleri Gerçekleştirmek:
Kişi emekli olduğu zaman kendini artık evine ait olmak zorunda hissedebilir. Yıllardır çalıştığı için birden ortaya çıkan boş zamanda ve evde ne yapacağını bilemeyerek depresif bir ruh haline kapılabilir. Ancak boş zamanlarını, hayallerini gerçekleştirmek için kullanmak kişide olumlu bir etkiye neden olacaktır. Bu nedenle kişi seyahat etmek, enstrüman çalmayı öğrenmek gibi hayallerini gerçekleştirmek üzere harekete geçmelidir.
Depresyon, kişinin farkında olmadığı kadar ciddi bir durumda ise mutlaka profesyonel yardım alınmalıdır. Aile bireyleri kişiyi bu yönde teşvik ederek uzman bir psikolog ya da psikiyatrist ile görüşmesine ön ayak olmalıdır. Uzman kişi detaylı bir tetkik yaparak kişi için en doğru depresyon tedavisi ve yol haritasını ortaya koyacaktır. Uzmanın kararına göre depresyon ilaçları ve depresyon terapisi ayrı ayrı olabileceği gibi birlikte de kullanılabilir.
Çocuklar İçin 50 Eğlenceli Öneri
Çocuğunuz sürekli yeni bir aktivite peşinde koşup, yaptığı her şeyden kısa bir sürede sıkılıyor mu? Cevabınız evet ise bu yazımızı kaçırmayın. Çocuklarınızı meşgul tutacak 50 eğlenceli öneriyi sizin için derledik:
Çocuğunuzun en sevdiği hikayeyi sahneleyin.
Birlikte origami yapmayı öğrenin.
Çocukluğunuzdan ilham alın. Koltuklar ve çarşaflarla bir kale inşa edin.
Sevdiği filmlerle dolu bir akşam organize edin.
Kendi çocuk gazetenizi çıkarın.
Birlikte büyük bir yapboz yapın.
Çok sevdiği birine birlikte mektup yazın.
Birlikte kurabiye ya da kek gibi kolay bir tatlı pişirin.
Başka bir ülkenin en meşhur tarifini deneyin.
Evde piknik yapın.
Bitki ekin, ağaç dikin. Eğer büyük bir alan yoksa evinizin balkonunu kullanın.
Bahçenize ya da salonuna kamp kurun.
Mutfağı laboratuvara dönüştürün. Birlikte basit deneyler yapın.
Yıllar sonra açmak için bir kavanoz hazırlayın. İçine ayrı ayrı mektuplar bırakın.
Kostüm partisi yapın. Ama sadece çocuğunuz değil siz de kostüm giyip partiye katılın.
Ona fotoğraf çekmesi için telefonunuzu verin ve mahallede kısa bir geziye çıkın. Çektiği fotoğrafları ailenize ve arkadaşlarınıza sergileyin.
Beyaz tişörtlerinizi boyayarak yaratıcılığını özgür bırakın.
Birlikte ip atlayın.
Bir balonu şişirerek yorulana dek voleybol oynayın.
Evcil hayvanınız varsa birlikte onun bakımını yapın.
Parka gidip, en sevdiği oyuncaklarda vakit geçirmesini sağlayın.
Google Maps’i açıp başka şehirlerde yaşayan sevdiklerinizin evlerine bakın. İsterseniz dünyanın farklı ülkelerini keşfe çıkın.
Ülkemizin şehirlerini ezberlemeye çalışın.
Kendi bilgi yarışmanızı düzenleyin. Soruları çocuğunuzun hazırlamasına izin verin.
İşaret dili alfabesini birlikte öğrenin.
Aile ağacınızı hazırlayın.
İnternette bulabileceğiniz sihir numaralarını deneyin.
Ona büyüyünce ne olacağını sorun ve tüm gününü o mesleğe göre anlatmasını isteyin.
Birlikte ev yapımı oyun hamuru hazırlayın.
Bileklik örmeyi öğretin.
Parmak boyası ile meşhur tabloları taklit etmeye çalışın.
Birlikte şiir yazmayı deneyin.
Evinizdeki objelerle bowling salonu oluşturun.
Odasını onun istediği gibi düzenleyin. Gerekirse yatağının ve dolabının yerini değiştirin.
Sıcak – soğuk oynayarak herhangi bir objeyi bulmalarını sağlayın.
Evdeki renkli bantları kullanarak, koridor boyunca uzanacak bir yarış pisti oluşturun ve araba yarışı yapın.
Onlardan yapabilecekleri en uzun domino dizimini yapmalarını isteyin.
Çocuklarınızın oyuncakları ile birlikte katılabilecekleri bir çay saati organize edin.
Çocuklarınız için uygun kutu oyunlarını tüm aile ile beraber oynayın.
Birlikte kuş yemlerini koyup dışarı asabileceğiniz yemlikler yapın.
Köpük parçaları ve yapıştırmak için azıcık su kullanarak pencereleri süsleyin.
Karton ve borular kullanarak misket merdiveni yapın.
Büyük boy bir harita alın. Yere açın ve onunla harita üzerinde hayallerle dolu bir yolculuğa çıkın.
Neşeli ve bol hareketli bir dans videosunu açın. Tüm hareketleri birlikte yapmaya çalışın.
Oyun hamurlarına biraz parlak pul karıştırın ve farklılaştırın.
Çok sevdikleri bir yemeği yapmayı öğretin.
Yumuşak şekerleri ve kürdanları kullanarak heykeller yapmalarını sağlayın.
Eğer bahçede oynama imkanınız varsa biraz çamur ve taş ile kendi minik evlerini, duvarlarını inşa etmelerine izin verin.
Bir aynaya bakarak kendilerini çizmelerini teşvik edin.
Ona poz vererek sizi istediği gibi resmetmesini sağlayın.
Yine bir hafta bitti!
Kendinizi nasıl hissediyorsunuz? bu hafta yapmayı planladığınız şeylere ulaşabildiniz mi?
Yoksa "Bu hafta da bitti ama istediğim hiçbir şeyi yapamadım" diye mi düşünüyorsunuz?
Eğer bu hafta yapmak istediklerinizin birçoğunu yapamadıysanız yalnız değilsiniz. Günümüzde birçok kişi günlük hayatta farkına varmadan çok vakit kaybediyor ve planladığı şeyleri yapamıyor. Kişiler başta eğitim, kariyer, ikili ilişkiler, ebeveynlik, kendini geliştirme ve boş zamanlar olmak üzere farklı konularda pişmanlıklar yaşıyor.
Belli bir yaşa gelen kişiler, özellikle ömürlerinin sonuna geldiklerini düşündüklerinde, pişmanlıkları da ciddileşiyor. Yıllar boyunca sevdikleriyle daha çok vakit geçirmedikleri, daha çok seyahat etmedikleri, bazı hobilerini geliştirmedikleri için pişmanlıklar yaşıyor ve artık bu konuları telafi edemeyeceklerini düşünüyorlar. Koca bir ömür göz önüne alındığında elbette yaşanan pişmanlıklar bizim haftalık pişmanlıklarımızdan çok daha büyük gelse de haftalık ve küçük pişmanlıklarımız da ömür denen o büyük resmin küçük ve tamamlayıcı parçaları. Bu nedenle küçük pişmanlıklarımızı olabildiğince azaltarak ömrümüzü daha güzel geçirmemiz mümkün.
İşte hafta sonuna geldiğinizde pişmanlık yaşamamak için faydalı 10 öneri:
1. Pişmanlıklarınızı Kabul Edin!
Pişmanlıkların altında ezilmemek için atılması gereken ilk adım onları kabul etmektir. Hatalarımızı görmezden gelmek pişmanlıklarımızı yaşamadan hasır altı etmemize neden olabilir. Pişmanlıkları kabul etmemek aynı zamanda hatalı davranışı sürdürmememize de neden olur. Ancak pişmanlıkları görmezden gelmek onları yok etmez. Hiç ummadığımız bir anda pişmanlıklarımız ortaya çıkar. Bu nedenle duygularımızı iyi tanımalı ve doğru isimlendirmeliyiz.
2. Uzun Vadeli Hedeflerinizi Tanımlayın!
Sağlıklı olmak uzun vadeli bir hedeftir. Haftada 4 gün egzersiz yapmak ise o haftaki hedeftir. Sağlıklı olmak gibi bir hedefi bir haftada gerçekleştiremeyiz. Bu uzun vadeli hedef için kısa vadeli haftalık egzersiz hedeflerini gerçekleştirmek gerekir. Haftalık hedeflerinizi gerçekleştirmek için gerekli motivasyonu arıyorsanız beş, on, on beş yıl gibi sürelere uzanan uzun vadeli hedeflerinizi tanımlamanız önemlidir.
3. Haftalık Hedefler Oluşturun!
Haftalık hedefler koymak düşüncelerinizi eyleme dökmek için oldukça faydalıdır. Kendinize "Önümüzdeki bir hafta boyunca neleri gerçekleştirirsem pişmanlık duymam?" sorusunu sorun. Kilo mu vermek istiyorsunuz? Ailenize zaman ayırmak mı istiyorsunuz? İstediğiniz ne olursa olsun bu soruya cevap vermek sizin gerçekçi hedefler ortaya koymanızı kolaylaştırır. Haftalık hedefleriniz bir kez ortaya çıkınca onları uygulamak da mümkün olacaktır.
4. Günlük Adımlarınızı Belirleyin!
Uzun vadeli hedefiniz ve haftalık hedefiniz belli. Şimdi sırada haftalık hedefinize ulaşmak için günlük adımlar atmak var. Bu günde 30 dakika yürüyüş yapmak da olabilir, ailenizle bir film izlemek de olabilir, evdeki dolaplardan birini düzenlemek de olabilir. Günlük hedeflerinizi belirleyin ve bunların somut şeyler olduğundan emin olun.
5. Kendinizi Hazırlayın!
Bir hedefi başarmak için planlı olmak ve kendini hazırlamak önemlidir. Eğer sadece işe gitmeden önce spor yapabiliyorsanız hazırlığınızı bir gün önceden yapın. Eğer bir sınava hazırlanıyorsanız, öğrenmeniz gereken konuları küçük parçalara bölüp günlere ve saatlere bölerek ön hazırlık yapın. Günlük hedeflerinizin gerçekçi olması gerektiğini unutmayın.
6. Engelleri ve Zorlukları Hesaba Katın!
Önünüzde koca bir hafta ve ulaşmak istediğiniz hedefler var. Haftanız her zaman tahmin edilebilir olmasa da yolunuza çıkacak bazı engelleri ve zorlukları önceden tahmin edebilirsiniz. Diyetinizi bozabilecek bir daveti, zamanınızı çalacak bir etkinliği önceden tahmin ederek bu engeli telafi etmenin ya da bu engelle başa çıkmanın yollarını düşünün.
7. Sorumluluğunuzu Hatırlamanın Yollarını Bulun!
Kendinize ve hedefinize karşı sorumluluğunuzu hatırlamak motivasyonunuzu sürekli kılar. Bu nedenle sorumluluğunuzu size hatırlatacak bazı yöntemler işinize yarayacaktır. Herkes için farklı yöntemler söz konusu olsa da bir takvim üzerinde hedeflerinizi gerçekleştirdiğiniz her günü işaretlemek, spora gittiğiniz her gün güvendiğiniz ve destekleyici bir arkadaşınıza fotoğrafınızı göndermek gibi yöntemlerden ilham alarak size uygun yolu bulabilirsiniz.
8. İlerleyişinizi Ortaya Çıkarın!
Hedefleriniz doğrultusunda ilerlerken, geride bıraktıklarınızı ve gelişiminizi düşünün. Ertesi gün ya da ertesi hafta nasıl daha iyi hale gelebileceğiniz üzerine kafa yorun. Her gün günlük tutarak ilerleyişinizi buraya not almak ve ay sonunda bu notlara göz atmak hem motivasyonunuzu yükseltir hem de daha iyi olmanız için size farklı bir bakış açısı sunar.
9. Başarınızı Takdir Edin!
Uzun vadeli hedeflerinize giden yolda, pişmanlık duyulmayan ve amaçların gerçekleştirildiği haftalar başkaları için büyük başarı olarak görülmeyebilir. Ancak emin olun attığınız her adım aslında büyük bir başarıdır. Bu nedenle haftalık ve hatta günlük hedeflerinize ulaştığınızda kendinizi kutlamayı ve takdir etmeyi unutmayın. Davranışlarınız devamlılık kazandığında kendinize küçük ödüller vermeyi ihmal etmeyin.
10. İyileştirmeye Çalışın!
Başarınızın ve gelişiminizin farkına varmak, kendinizi takdir etmek elbette önemli. Ancak bunun kadar önemli olan bir diğer şey de halihazırdaki başarınızı daha da iyileştirme çabası. Bu nedenle haftalık hedeflerinize ulaştıktan sonra kendinize bir sonraki hafta nasıl daha başarılı olup olmayacağınızı sorun. Davranışlarınızı, alışkanlıklarınızı ve hedeflerinizi iyileştirmeye çabalayın.
Yıllardır çalışıyor ama geriye dönüp baktığınızda kendinize ya da geleceğinize hiç yatırım yapmadığınızı mı fark ediyorsunuz? Maaşınızın nereye kaybolduğunu anlamıyor, her ay sonunda maaş gününün gelmesi iple mi çekiyorsunuz?
Kişisel mutluluk için elbette para ilk ve en önemli şey değildir. Ancak gerçek dünyada yaşayan bizler için kendini maddi anlamda güvende hissetmek, geleceği planlarken daha esnek ve özgür davranabilmek oldukça önemlidir.
Para biriktiremediğiniz için kaygılarla boğuştuğunuz bir yaşamı geride bırakmak istiyorsanız bu öneriler tam size göre.
1. Giderlerinizi Yazın
Para biriktirmenin ilk adımı ne harcadığınızı bilmektir. Bu nedenle ister bir sakız alın ister yatak odası takımı, her para harcadığınızda not edin. Daha sonra bunları gıda giderleri, faturalar, yol masrafları gibi kategoriler altında sınıflayın. Böylece en çok parayı nereye harcadığınızı ve nerelerden tasarruf edebileceğinizi daha net görürsünüz.
2. Bütçe Yapın
Giderlerinizi not edip, harcamalarınızı sınıflandırdıktan sonra bir bütçe hazırlamaya başlayabilirsiniz. Bütçeniz gelirleriniz ve giderlerinizi göstermelidir. Böylece harcama kalemlerinize limit koyarak fazla harcamaların önüne geçebilirsiniz. Bütçe yaparken ısınma ya da araba bakımı gibi her ay yapmadığınız ama dönem dönem yapmak zorunda olduğunuz kalemleri de unutmayın.
3. Birikim Planlaması Yapın
Her ay gelirinizin %10’unu biriktirmeyi hedefleyin. Eğer giderleriniz çok fazlaysa ve böyle bir birikim yapmanız gerekiyorsa harcamaları kısmanın vakti gelmiştir. Harcama kalemlerinizi tek tek inceleyin. Her gün sabah kahvaltınızı dışarıdan mı yapıyorsunuz? Bunun yerine evde yapmayı ya da hazırlayarak yanınıza almayı deneyin. Daha hesaplı bir telefon tarifesine geçmek, sosyal aktivitelerinizi azaltmak gibi küçük görünen şeyler bir araya gelince büyük bir miktara dönüşür.
4. Birikimlerinizi Otomatik Hale Getirin
Eğer kendiniz birikim yapamıyorsanız otomatik olarak birikim yapmanızı sağlayacak yöntemlere yönelin. Birçok banka her ay belli bir tutarı hesabınızdan çekerek birikim hesabınıza aktarmayı sunan seçeneklere sahiptir. Bunlardan birini tercih ederek maaşınızın %10’unun buraya aktarılmasını sağlayın. Böylece elinizdeki parayla bir ayı geçirmeyi öğrenebilir, daha sonra birikim hesabınızın avantajlarını değerlendirebilirsiniz.
Bu adımları gerçekleştirirken önceliklerinizi belirleyin. Sizin için hayati önem taşıyan ve olmasa da olur dediğiniz harcamaları belirlemeyi öğrenmek para biriktirme alışkanlığınıza düşündüğünüzden daha çok fayda sağlayacaktır. Elbette her ay birikim hesabınıza göz atmak ve başarınızı görmek sizi düşündüğünüzden çok daha motive edecektir. Unutmayın.
Günlük hayatın koşuşturması, hem evde hem de işte üzerimize düşen sorumlulukların fazlalığı bazen aile içi iletişimimizin azalmasına sebep olabiliyor. Bu iletişim kopukluğu uzun vadede tartışmalar, anlaşmazlıklar ya da uzlaşamama gibi problemlere sebep olabiliyor.
Aile mutluluğu ve huzurunu tehdit eden bu problemler ile yüz yüze gelmemek için aile içi iletişime özel bir özen göstermek hayati önem taşıyor. Aile için iletişimi güçlendirmenin 10 yolunu bu yazımızda öğrenebilir, aileniz için en uygun olanları uygulayabilirsiniz.
Aile üyelerinin tüm dikkatinin üzerinizde olduğundan emin olun. İletişim kurarken göz kontağı kurmaya dikkat edin. İlgisinin televizyon, bilgisayar ya da mobil cihazlarda değil siz de olduğuna emin olun. Sizinle konuşurken siz de tüm dikkatinizi ona yöneltmeye gayret edin.
Önemli ve ciddi bir konu üzerinde konuşacağınız zaman konuya ilk önce pozitif yönlerle başlayın. Söz konusu olayda karşınızdaki aile üyesinin sizin için olumlu yönlerini övün. Ardından rahatsız olduğunuz konuları dile getirin.
Asla saldırı halinde olmayın. “Sen hep böylesin!”, “Sen asla şöyle düşünmezsin!” gibi net ve saldırgan ifadelerden kaçının.
Abartmayın. Çok üzgün olduğumuzda duygularımız bizi içinde olduğumuz durumu ya da karşımızdakinin davranışlarını abartmaya itse de bu güdüye karşı koyun ve daha adil bir noktadan yaklaşın.
Karşınızdakinin zihnini okumaya kalkmayın. Aile bireylerini çok iyi tanıdığınızı ve aklından geçenleri bildiğinizi düşünebilirsiniz. Ancak bu yaklaşım hem siz de bir ön yargı oluşturabilir hem de karşınızdakinin öfkesine neden olabilir.
Prensiplere değil önceliklere odaklanın. Bazen karşımızdaki kişinin hislerinden ve önceliklerinden çok kendi prensiplerimize önem verebiliriz. Bu durum bizi asla kazanamayacağımız bir tartışmaya sürükleyebilir. Bunun yerine karşımızdaki kişinin önceliklerini ve hislerini anlamaya çalışmak daha faydalı olabilir.
Hislerinizin sebeplerini açıklayın. Bazen hislerimizin evrensel olduğunu düşünürüz. “Bu kimin başına gelirse gelsin aynı benim gibi hissederdi” deriz. Ancak bu bizi yanlış bir noktaya sürükler. Çünkü herkesin her durumda aynı hissetmesi neredeyse imkansızdır. Doğru iletişim kurmak için bize neyin ve neden böyle hissettirdiğini açıklamak daha sağlıklı olacaktır.
İhtiyaçlarınızı net bir şekilde ifade edin. Aile içerisinde bazı durum ve davranışlar sizi rahatsız ediyorsa bunu yüksek sesle dile getirmeniz ve bunun hangi şekilde yapılırsa sizi rahatsız etmeyeceğini anlatmanız ilişkilerinizi düzeltmek için faydalı olacaktır.
Konuşma konularını bir ya da iki adetle sınırlayın. Aynı anda birden çok konuyu konuşmaya çalışmak çıkış yolu bulmanızı zorlaştırır. Bu nedenle bir aile üyesi ile bir konu üzerinde konuşurken diğer konuları gündeme getirmemeye gayret edin.
Karşınızdakinin soru sormasına izin verin. Efektif bir iletişim için konuşmanızı bitirdikten sonra karşınızdaki aile üyelerinin soru sormasına izin verin. Bu sorular sayesinde karşılıklı olarak birbirinizi daha iyi anlayabilirsiniz..